Faizlerin düşmesi bir dert, çıkması bir dert
FAİZLERİN düşmesi bir dert, çıkması bir dert. Tasarruf sahipleri, daha fazla gelir elde edebilmek için faizlerin yükselmesini ister, borçlu olanlar veya borç kullanacak olanlar faizlerin düşmesini ister. Ekonomik sistemler, tasarruf fazlası olanlardan tasarruf açığı olanlara doğru bir akım sağlar. Globalleşme ve teknoloji ile para akımları kolayca dünyanın her tarafına ulaşabiliyor. Dolayısıyla borç arayanlar için de dünyanın her tarafından borçlanma mümkün hale geliyor.
Terazinin iki kefesini düşünün. Bir ekonomik sistem içinde herkesin tasarrufları birbirine denk ise terazi dengede duracaktır. Bu ortamda faizler sıfır seviyesindedir. Çünkü kimsenin kimseden bir şey istediği yoktur. Bir alışveriş yok ise buna bir bedel de biçilemez. Ancak herhangi bir nedenle bir tarafın ya da bir bölgenin tasarruf fazlası oluşur ise denge bozulacak, tasarruf açığı olan taraf, tasarruf fazlası olanlardan borç kullanmak isteyecektir.
Bu talep, faizi gündeme getirecek, tasarruf açığı olan taraf diğer bölgenin fazla tasarruflarını kullanabilmek için bir faiz teklif edecektir.
Terazinin dengesi bozulursa
Şimdi düşünelim, “Terazi kefeleri eşit seviyede dengede idi, bir şey oldu ve denge bozuldu. Bu ne olabilir?” Bir bölge daha çok çalışarak daha çok üretmiş olabilir, O bölgenin ekonomik, coğrafi ve iklim şartları daha çok üretime olanak sağlamış olabilir. Ya da yeni bir buluş, icat yapılmış olabilir. Ya da kıymetli maden, petrol vb. bulunmuş olabilir. Batı ülkeleri yüzyıllardan beri yeni buluş ve icatlarla tasarruf fazlası biriktirdiler. Asya’dan da Japonya, bilim ve teknolojide kaydettiği gelişmelerle çok hızlı bir şekilde tasarruf fazlası olan bir ekonomiye dönüştü.
Terazinin diğer tarafında, yani tasarruf açığı oluşan bölgede, verimlilik düşmüş olabilir, iklim şartları kötü olabilir. O bölgede savaş, iç karışıklık, doğal felaketler vb. ortaya çıkmış olabilir. Örnek olarak, sürekli iç savaşla boğuşan Afrika ve Ortadoğu ülkeleri gösterilebilir. Kıymetli maden, petrol gibi kaynaklann piyasalarda fiyatı düşmüş olabilir. Bu da petrol fiyatlarının düşüşünden olumsuz etkilenen Suudi Arabistan örneğini akla getiriyor. Bu durumda, terazinin tasarruf açığı tarafında olan Suudi Arabistan’ın, tasarruf fazlası olan kefesinden, kaynak istemesini gerektirecektir. Gerçekten de Suudi Arabistan tarihinde ilk defa uluslararası piyasalardan borçlandı. Tasarrufların, fazla olan taraftan az olan diğer tarafa aktarılmasının bedeli faizdir. Peki, bu faizin oranı ne olacak, buna kim karar verecek?
Faizin oranını belirleyen en önemli şey, tasarruf açığı olan tarafın ihtiyaç duyacağı kaynağın miktarıdır. Tasarruf açığı miktarı ne kadar fazla ise faiz, o oranda yüksek olacaktır. Diğer taraftan tasarruf fazlası tarafta biriken kaynakların da getiri ihtiyacı vardır. Bu getiri ihtiyacı nedeniyle tasarrufları borç olarak kullandırma eğilimi, faizler üzerinde aşağı yönde baskı yapabilir. Dünya ekonomisinin şu anda bulunduğu durum tam da budur: Avrupa ve Japonya’da tasarruf fazlası nedeniyle faizler negatif bölgelerde gezerken, bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülkelerde yüzde 10 ve üstü seviyeler söz konusudur.
ikinci önemli nokta tasarruf fazlası olan taraftaki enflasyon oranıdır. Tasarruf sahipleri enflasyonun yarattığı tahribatı giderebilecek, reel getiri sağlayabilecekleri bir faiz oranı isteyeceklerdir. Aksi halde kaynaklarım tasarruf açığı olan bölgeye aktarmayacaklar, riske atmayacaklardır. Burada Amerika ve Avrupa’da sıfır veya negatif seviyelerde bulunan enflasyon oranlarını yükseltmek için bastıkları trilyonlarca dolar ve Euro’dan oluşan, genişlemeci paketleri anmak gerekir. Flalbuki tasarruf açığı olan ülkemizde, yıllardır enflasyon hedefi her zaman yukan yönde revize edilir, bir türlü yüzde 5’ler seviyesine indirmek mümkün olmaz. Yani, tasarruf fazlası olan ülkeler enflasyon yaratmaya çalışıyorlar, tasarruf açığı olan ülkelerde enflasyon zaten yüksek, düşüşler sınırlı kalıyor.
Risk algısı önemli
Üçüncü önemli nokta da risk algısıdır. Tasarruf sahipleri, borç verecekleri tarafın borcunu geri ödeme kapasitesini öğrenmek ve ölçmek isteyecek, hangi vadelerle, ne şekilde ödeme yapılacağını, borç alanların ödeme kapasitesi olup olmadığını anlamaya çalışacaklardır. Ayrıca alınacak teminatların miktarı, likiditesi de faiz oranı üzerinde etkili olacaktır. Borç verilecek olan bölgede seçimler vb. siyasal dalgalanmalar, döviz kurlarında artış vb. gelişmeler risk olarak algılanacak ve faizlerin cari seviyesini yükseltecektir. Diğer taraftan borcun vadesi uzadıkça faiz oranı yükselir. Vade ne kadar kısaysa faiz oranı da o kadar düşük olur. Bu nedenle devletler 30 yıllık vadelere kadar borç bulabilirken, özel kişiler ve şirketler daha kısa vadelerde borçlanmaya gidebilirler.
Sonuç olarak tasarrufların yetersiz olmasına karşın tüketim eğilimi yüksek bölgeler, ya tasarruflarım artırma yolunu seçecekler ki, bu ekonomik olarak küçülme anlamına gelir. Ya da tasarruf fazlası olan bölgelerden borç alarak tüketim ve harcamaya devam edeceklerdir ki, bu büyüme anlamına gelir ama sonucunda faiz artışı ve enflasyon artışı kaçınılmazdır.
MURAT GEYLANİ AKTAŞ / ŞEMSİYE DERGİSİ