Türkiye’nin Kredi Notu ve Not Görünümü
Türkiye’ye yönelik notlar olması gereken düzeyin altında
TÜRKİYE ekonomisinin yılın üçüncü çeyreğinde büyüme patikasına girmesinin ardından gözler uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına çevrildi. Olumlu gelişmeler karşısında reaksiyon vermede oldukça sınırlı davranan, siyasi ve ekonomik herhangi bir gelişmede riskleri öne sürerek kredi notunu indiren uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının, Türkiye ekonomisinin dengelenme konusunda kaydettiği ilerlemeleri notlarına yansıtıp yansıtmayacağı, nasıl yansıtacağı merakla bekleniyordu.
Gözler, 6 Aralık’ta değerlendirme yapacağı ülkeler arasında Türkiye’nin de bulunduğu uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’e çevrilmişti. Moody’s, Türkiye’nin kredi notu ve not görünümüne ilişkin güncelleme yapılmadığını duyurdu.
Kredi derecelendirme kuruluşundan yapılan açıklamada, takvimde hakkında değerlendirilme yapılması için 6 Aralık olarak tarih verilen ülkelerden sadece Namibya için güncellemenin yapıldığı belirtildi. Moody’s halihazırda Türkiye’nin kredi notunu “Bl”, kredi notu görünümünü ise “negatif’ olarak değerlendiriyor.
EKONOMİSTLERİN YORUMLARI
İşte böylesi ortamda biri uluslararası ilişkiler uzmanı, 25’i ekonomist olmak üzere 26 uzmana uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye hakkındaki notları ve değerlendirmelerinin ne kadar objektif olduğunu, Türkiye’nin adil notunun ne olması gerektiğini sorduk.
Uzmanların büyük çoğunluğu, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’ye yönelik notlarının olması gereken düzeyin altında olduğu görüşünde birleşiyor.
Ekonomistler ağırlıklı olarak Türkiye’nin notunun yatırım yapılabilir düzeyde olması gerektiği görüşünde. Bunu Türkiye’nin adil notunun mevcut seviyenin en az bir-iki basamak üstünde olması gerektiğini savunanlar izliyor. Tabii ki, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği notların Türkiye’nin kırılganlıklarını ifade ettiğini vurgulayanlar da bulunuyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının değerlendirmeleri ve modellemeleri ile ekonominin gerçek dinamikleri arasında kopukluğa dikkat çeken ekonomistler, derecelendirme kuruluşlarının verdiği notların bağımsızlığı ve objektifliği noktasında eleştirilerini dile getiriyor.
TÜCCARLAR İÇİN GELİŞTİRİLDİ
Kredi derecelendirme ihtiyacı ilk kez ABD’de 1837’deki ekonomik kriz sonrasında tüccarlar için ortaya çıktı. 20. Yüzyıl’ın başında demiryollarının gelişmesine paralel gelişen büyük yatırımların yatırımcıları için risk değerlendirmesi ise o dönemin yayıncı kuruluşlarının değerlendirmelerini yayınlamaları ile başladı ve bugünün büyük kredi derecelendirme kuruluşlarının doğmasına neden oldu. Bugün dünyada ülkelere kredi derecelendirme notunu veren ve yatırımcılar tarafından genel kabul gören üç büyük kredi derecelendirme kuruluşu bulunuyor. Bunlar, Moody’s, Fitch Raitings ve Standart & Poors (S&P) Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Harun Öztürkler, kredi derecelendirme kuruluşlarını, “kar amacı güden ve kar elde etmek için şirketlerin ve ülkelerin yatırım yapılabilir olup olmadığını ve yatırımları için aldıkları borçlarını geri ödeme kapasitelerini ölçme hizmeti üretip satan şirketler” olarak tanımlıyor. Başka herhangi bir mal veya hizmet üreten şirketlerde olduğu gibi, reyting şirketlerinin ürettikleri hizmetlerin niteliğinin de kötü olmasının müşteri, pazar kaybetmeleri, böylece karlarının azalacağı anlamına geldiğini vurguluyor.
“ÇIKAR ÇATIŞMASI ÇIKTI”
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Tolga Dağlaroğlu ilk reyting firmasının 1909’da ABD’de kurulduğunu vurgulayarak, o dönemde John Moody adlı yatırımcının modern anlamda ilk tahvil derecelendirilmesini yaptığını aktardı. Moody’s’in 1909’da “Demiryolu Yatırımlarının Analizi” raporunu, S&P’nin 1916’da, Fitch’in 1924’te reyting notlarım yayınladığını aktaran Dağlaroğlu şunları kaydetti:
“1970’lerde hükümetler bankalar ve yatırım fonlarına ilişkin çıkartmış oldukları düzenlemelerde bu kredi notlarını kullanmaya başladı, örneğin yatırım fonlarının sadece yüksek reytinge sahip tahviller ve bonolara yatırım yapabilmeleri gibi düzenlemeler hayata geçirildi. Böylece artık reyting firmalarının yeni müşterileri demiryoluna yatırım yapan yatırımcılardan çok firmalar ve hükümetler olmaya başladı. Öyle ki, reyting firmaları kredi notu verdikleri firmaların müşterileri olarak kalabilmeleri için onlara daha yüksek kredi notu vermeleri konusunda bir çıkar çatışmasıyla karşı karşıya kaldı. Kısacası uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına olan güven kaybı 2007-2009 eşik altı konut kredilerinin menkul kıymetleştirilmesinde ‘çöp statüsündeki’ menkul kıymetlere yüksek kredi notları ile sarsılmadı. Güven kaybının geçmişi 1970’li yıllara kadar gidiyor.”
“TEK KRİTER EKONOMİ DEĞİL”
Uluslararası reyting kuruluşları, kredi derecelendirme notunu belirlerken, ülke ekonomisinin gelir yaratma potansiyeliyle ilgili riskler başta olmak üzere GSYH büyüme eğilimi, bütçe açığının GSMH’deki payı, cari işlemler dengesi, kamu kesimi borçlanma gereği, büyüme oranı, işsizlik oranı, enflasyon, para arzı, rezervler gibi göstergelere bakarak ekonomik riski belirliyor.
Dağlaroğlu, Türkiye’nin dış dengeye ilişkin değişkenlerin son dönemdeki seyrinin reyting görünümü açısından olumlu olduğu görüşünde. Toplam borç/GSYÎH, toplam borç/ihracat ve borç servisinin/ihracata oranı gibi göstergelerin tek başına iyi olmasının yeterli olmadığına dikkat çeken Dağlaroğlu, ülkelerin borçlarına yönelik sicillerinin bu noktada devreye girdiğine işaret etti. Kısa vadeli borç/rezerv oranının yüzde 100 veya üzerinde olması kredi notu açısından pozitif öneme sahip. IMF verilerine göre bu oran Türkiye’de Kasım itibarıyla yüzde 22.1. Dolayısıyla kredi notumuzu baskılayan önemli bir gösterge” dedi.
Kuruluşlar politik riski belirlerken ise siyasi istikrara bakıyor. Ülke içi siyasal dengeler, seçimlerin zamanlamaları, iktidar partisinin oy oranı gibi kriterler değerlendiriliyor. Ayrıca son yıllarda kredi derecelendirme raporlarında yer alan bir diğer kriter de ülke ekonomisinin siyasi karar merkezinden ne denli bağımsız olduğunu belirten Ekonomik Özgürlük Endeksi. Bu endeks, ülke ekonomisinin siyasi karar merkezinden ne ölçüde bağımsız olduğunu gösteriyor.
“DÜNYADA TARTIŞILIYOR”
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının notları ve metodolojisi uzunca bir süredir sadece Türkiye’de değil dünyada tartışılıyor. Polis Akademisi Öğretim Üyesi Dr. Levent Yılmaz, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının özellikle 2008 küresel finansal krizine neden olan ABD Mortgage Krizi’ndeki rollerinin aşikar olduğunu vurgulayarak, reyting kuruluşlarının bu bakımdan eski-si kadar itibar görmediklerini kaydetti. Yılmaz, “Söz konusu notlan pek çok fonun bir gösterge olarak kullanmaya devam etmesi bu kuruluşların halen takip edilmesinin ana nedeni. Öte yandan bu kuruluşların metodolojisindeki eleştirilere ilave olarak Türkiye’ye ilişkin aldıkları kararlarda önyargılı oldukları da gözden kaçmamalı. Zira verdikleri notlar ve notlara ilişkin argümanlarının çoğu zaman Türkiye’nin hem makro değişkenleri hem de politik iklimine aykırı olduğunu görüyoruz” dedi.
Uluslararası kredi derecelendirme şirketlerinin değerlendirmelerini ekonomik, kurumsal mali yapı ve krizlere dayanıklılık temelinde yaptığını vurgulayan Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Harun Öz-türkler ise, analizlerin, ölçülebilir kıstaslara dayanması yanında “uzman görüşü” olarak adlandırılan sübjektif değerlendirmeler de içerdiğinin altını çizdi.
“DENETLEME EKSİK”
İstanbul Ticaret Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Uğur Yasin Asal, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının ülke ekonomileri üzerine verdikleri notların uzun süredir eleştiriliyor olmasının temelinde uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarmı denetleyen bir üst otoritenin olmamasının yattığını söyledi. Bu denetleme eksikliğinin kredi derecelendirme kuruluşlarının politik temelli hareket etmesini beraberinde getirdiğini aktaran uluslararası ilişkiler uzmanı Asal, “Kredi derecelendirme kuruluşlarının kendilerine özgü metot ve perspektifle oluşturdukları Türkiye notları, bu yönüyle nesnel gerçeklerin ötesine taşınıyor ve çoğunlukla politik gerekçelerle oluşturuluyor” dedi.
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp ise uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının yaptıkları değerlendirmelerden gerekli dersleri çıkarmak ve tedbir almak gerektiği görüşünde.
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkelerle ilgili değerlendirmelerini müşterilerine satıp bundan kar etmek durumunda olduklarını, dolayısıyla gerçeklerden uzak ve temelsiz ithamlardan oluşan bir raporu yatırımcıya satamaya-caklarmı ifade eden Demiralp, bir derecelendirme kuruluşunun sistematik bir şekilde taraflı ve yanıltıcı bilgi sunmasının zaten mümkün olmadığının altını çizdi. “Yaptıkları değerlendirmelerin siyasi boyutları, ikincil niyetleri elbette olabilir” diyen Demiralp, keza ABD’de 2007 krizinin çıkmasında rol oynayan faktörlerden birisinin o dönemde kredi derecelendirme kuruluşlarının mortgage’a dayalı menkul kıymetlerin gerçek riskini göz ardı etmesi olduğunu kaydetti.
DENGELENMEDE İLERLEME
Türkiye’nin kredi notu üç büyük kredi kuruluşu nezdinde yatırım yapılabilir seviyenin altında. Hatırlanacağı üzere son olarak Fitch Raitings Kasım başında Türkiye’nin “BB-“ seviyesindeki kredi notunu teyit ederek ‘negatif görünümünü ‘durağan’ olarak revize etmişti. Fitch’in açıklamasında, Türkiye ekonomisinin dengelenme konusunda ilerleme kaydettiği belirtilerek, temmuz ayından beri aşağı yönlü risklerde bir rahatlama olduğu vurgulandı. Fitch, 20 Türk bankasının görünümünü de negatiften durağana revize etti. Fitch’in yedi yıl sonra Türkiye hakkında olumlu yönde değerlendirme yapması, gözleri diğer uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına çevirdi. Moody’s, 2019 Haziran’da Türkiye’nin kredi notunda indirime gitmişti. Kuruluş Türkiye’nin uzun dönem kredi notunu teknik olarak yatırım yapılamaz olarak adlandırılan Ba3’ten yüksek derecede spekülatif olarak adlandırılan Bl’e düşürmüş ve görünümünde negatif olmayı sürdürdüğünü açıklamıştı. Son olarak 6 Aralık’ta Moody’s, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkeler hakkında yaptığı değerlendirmede Türkiye’nin kredi notu ve görünümüne ilişkin güncelleme yapmadı. S&P Ağustos 2018’de Türkiye’nin yabancı para cinsinden “BB-“ olan kredi notunu “B+”ya düşürdü. Görünümünü de ‘durağan’ olarak teyit etti. Böylece, Fitch, Türkiye’nin notunu yatırım yapılabilir kategorinin üç kademe altında tutarken, Moody’s ve S&P ise dört kademe altında tutuyor.
Bu arada Türkiye’nin, fi-nansal piyasalardan borçlanmak isteyen şirketlerin kredi değerliliğini tespit etmek üzere ‘ulusal kredi kuruluşu’ sürecini tamamladığını hatırlatmakta fayda var. Bilindiği üzere Türk finans sektörünün öncü kurumlan geçen ay sonunda JCR Avrasya’nın yüzde 85.05 hissesini satın aldı.
“GERÇEKLERİ ISKALIYORLAR”
İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nurullah Gür, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye ekonomisine dair notlamalarmı iki açıdan sıkıntılı görüyor. Kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye ekonomisine dair yaptıkları model-lemelerin ve projeksiyonların varsayımları ile ekonominin gerçek dinamikleri arasında ciddi bir kopukluk bulunduğunu dile getiren Gür, Türkiye’de reel sektörün birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha dinamik bir yapıya sahip olduğu, kamunun gerekli olduğunda ekonomik ak-tivitenin canlanmasını teşvik edebilecek hareket alanına mali açıdan sahip olduğu, hane halkının düşük borçluluk seviyesinin ekonomi için bir avantaj olduğu gibi gerçekleri ıskaladıklarını kaydetti. Gür, bu kuruluşların Türkiye ekonomisinin sıkıntılı dönemleri görece daha çabuk atlatarak borçlarını çevirmekte zorlanmadığını hesaba katmadıklarının altını çizdi. Uluslararası derecelendirme kurumlarının Türkiye’ye dair jeopolitik ve siyasi riskleri aşırı kötümser şekilde fiyatladıklarmı söyleyen Gür, “Bazı riskler ortaya çıktığında hemen not indirimine gidiyorlar; ancak riskler azaldığında notları yukarı çekme konusunda aşırı gönülsüz davranıyorlar” diye konuştu.
“OBJEKTİF DEĞİLLER”
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdal C Tanas Karagöl de uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerinde ekonomideki olumlu gelişmeler karşısında reaksiyon vermede oldukça sınırlı davranırken, siyasi ve ekonomik herhangi bir gelişmede riskleri öne sürerek kredi notunu indirdikleri görüşünde. Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir seviyenin altına çekmelerinin uluslararası piyasalarda ekonomiye yönelik olumsuz bir algı yarattığını dile getiren Karagöl, 1994’ten 2012’ye kadar hiçbir kredi derecelendirme kuruluşunun Türkiye’ye yatırım yapılabilir seviyede not vermediğine dikkat çekti. Karagöl, “Fitch 2012’de, Moody’s ise 2013’te Türkiye’ye yatırım yapılabilir notunu verdi. S&P’nin ise 1994’ten beri hiç yatırım yapılabilir not vermediği görülüyor. Dolayısıyla kredi derecelendirme kuruluşlarının geçmişte Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerinin objektiflikten uzak olduğunu belirtmekte fayda var” dedi.
Derecelendirme piyasasına hakim üç büyük derecelendirme kuruluşunun Türkiye’ye verdiği notun ne yazık ki yatırım yapılamaz ya da diğer tanımlama ile spekülatif not kapsamında olduğunu vurgulayan TOBB ETÜ öğretim Üyesi Dr. Cahit Sönmez ise, “Moodys, Fitch ve S&P’nin notlandırma kriterlerini incelediğimizde bazı maddelerin objektif gibi göründüğünü ancak tamamen sübjektif olduğunu görebiliyoruz. Şu an Bolivya, Senegal, Ürdün, Arnavutluk ve Dominik Cumhuriyeti Türkiye ile aynı nota sahip. Derecelendirme kuruluşlarının verdiği notların ne kadar doğru olup olmadığım şu örnekten de anlayabiliriz. 2008 küresel krizinin miladı olan Lehman Brothers’ın iflası sırasında sahip olduğu derecelendirme notu en yüksek not olan AAA idi. Dolayısıyla Türkiye’nin sahip olduğu notun tartışılabilir olduğu söylenebilir” dedi.
“ELİMİZİN TERSİYLE İTMEYELİM”
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Arzova, kredi derecelendirme şirketlerinin Türkiye’ye yönelik not açıklamalarına politik ve ekonomik yorumlar değerlendirmeler olarak iki açıdan bakmak gerektiği görüşünde. Politik açıdan bu şirketler tarafından yapılan değerlendirmelerin yanlı ve hatta yanlış olduğunu dile getiren Arzova, “Belki hayatında hiç Türkiye’yi görmemiş, oturduğu yerde basın ve yayın organlarında Türkiye ile ilgili çıkan haberleri esas alarak yapılan yorumlar olduğu için tamamen tarafsız olduklarını söylemek mümkün değil. Birçoğunun bilgi eksikliğinden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum. O nedenle politik yorum ve değerlendirmeleri her zaman ciddiye almak doğru değil” dedi.
Ekonomik değerlendirmelerin rakamlara ve uygulamalara dayandığı için dikkat edilmesi gereken çok husus içerdiğini dile getiren Arzova, “Bu değerlendirmeler hoşumuza gitmediği zaman elimizin tersiyle bir kenara itmek ya da yok saymak bazen bizim içeride birbirimize söyleyemediğimiz ya da göremediğimiz hususların ortaya çıkmasına engel oluyor. Bu şirketleri birer düşman olarak görme yaklaşımını bir kenara bırakmak lazım. Söyledikleri hususları dikkate almak ve mümkün olan en kısa sürede eksiklikleri gidermek lazım. Özellikle Moodys tarafından yapılan ekonomik değerlendirmelerin diğerlerine göre daha gerçekçi ve tarafsız olduğuna inanıyorum” diye konuştu.
“POTANSİYELE DE BAKILMALI”
Haber çalışması çerçevesinde görüşlerini aldığımız ekonomistlere Türkiye’nin gerçek notunun ne olması gerektiğini de sorduk. İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Şeker, Türkiye hakkındaki notlarda, bazı dönemlerde olması gerekenden daha ağır not düşürmelerin yaşandığını düşünmekle beraber genel olarak reel ekonomiye uygun bir sürecin izlendiği görüşünde. Türkiye’nin kredi notunu yükseltmenin daha bağımsız bir ekonomi yönetiminin ilk şart olduğunu dile getiren Şeker, yapısal reformlar ve piyasaya güven veren ekonomi politikası kararlarının önem arz ettiğini ifade etti.
Şeker’e göre yatırım yapılabilirlik açısından değerlendirildiğinde Türkiye’nin adil notu yatırım eşiği ile spekülatif düzey arasında olmadı.
TOBB ETÜ Üniversitesi işletme Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ramazan Aktaş ise, Türkiye’nin notunun en azından yatırım yapılabilir olması gerektiğini vurgulayarak, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği notları Türkiye’nin hak etmediğini söyledi. Aktaş, “Notlar verilirken insaflı olunmalı. Her şeyden önce Türkiye geleceği olan ülke, bu notları verirken geçmişe bakmak doğru değil. Notlar, Türkiye’nin potansiyeline de bakıp verilmeli” dedi.