Bank Asya’da kim kaybediyor?
Bank Asya ile ilgili söylemler, Başbakan Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan başta olmak üzere siyasetçiler ile danışmanlar tarafından geçen hafta boyunca dile getirildi. Sistemi düzenleme ve denetleme yetkisine sahip ‘özerk’ kurum BDDK, Bank Asya halka açık olduğu için bir diğer sorumlu kurum olan SPK ve Bank Asya’nın da üyesi olduğu Türkiye Katılım Bankaları Birliği’nden (TKBB) ise herhangi bir açıklama gelmedi! Yoğunlaşan olumsuz söylentilere rağmen Bank Asya’nın yönetimi de bir açıklama yapmamayı tercih etti.
Cuma günü boyunca, bankacılar, analistler ve danışman kuruluşların yöneticileriyle Bank Asya’daki gelişmeleri konuştuk. Şimdi bunları sizlere madde madde sıralamak istiyoruz.
Birincisi, geçen hafta boyunca BDDK ve SPK’da kuruma yönelik sürekli toplantılar yapıldığı bilgisine ulaştık. Bank Asya’nın genel müdürü Ahmet Beyaz da haftanın ağırlıklı bölümünü Ankara’da geçirdi. Özellikle baskı altındaki BDDK’dan karar çıkmamasının siyasi kesimce hoş karşılanmadığı söyleniyor. Bir bankacı ise “Bugüne kadar Bank Asya’ya ilişkin bir rapor hazırlanmış, tutulmuş değil ki herhangi bir müdahale yapılsın” ifadesini kullanıyor.
İkincisi, Katarlı ortak adayıyla yapılan münhasırlık sözleşmesi, 26 Eylül’e kadar süresi olmasına rağmen, cuma günü feshedildi. Bir danışmanlık kuruluşunun temsilcisi, “Başbakan zaten izin verilmeyeceğini ima etmişti. Bu işi uzatmanın zaten anlamı kalmamıştı” diyor. Açıklamada yer alan ‘yerli adaylarla görüşme olanağı yaratılması ise Ziraat Bankası ile görüşme sürecine kapı açılması olarak algılanıyor. Bir bankacı, “Hükümetin, BDDK’nm onayı olmadan, bir ortaklık, hisse satışı olmaz. Dolayısıyla kime işaret ediliyorsa oraya gidilecek” diyor.
Üçüncüsü, ‘el koyma’ya ilişkin tartışmalar da son derece sakıncalı bulunuyor. Yabancı bir bankanın yönetim kurulu üyesi, “Bu tartışmalar sadece Bank Asya’ya değil, bütün finans sektörüne ve Türkiye’ye zarar veriyor. Hem de çok büyük zarar” diyor. Aynı bankacı, kurumun halka açıklık oranının yüzde 53,7 olmasma dikkat çekiyor. Üstelik bu hisselerin yüzde 4l,5’i yabancı yatırımcıların elinde. Bir danışman, “El koyma konuşmaları, banka yönetimine, hissedarlanna yönelik psikolojik baskı. Bankayı Ziraat Bankası’na yönlendirmek için başvurulmuş bir yöntem olduğu ortada” değerlendirmesini yapıyor. Bir finans kuruluşunun bu kadar yıpratılmasının üzüntü verici olduğunu söyleyen bir başka bankacı da, “Temmuz 2001’den bu yana hiçbir bankaya el konulmadı. Bu tartışmalar sektörün yurtdışındaki ‘güçlü’ imajını zedeliyor. Belli ki bu da birilerinin umurunda değil” diyerek tepkisini dile getiriyor.
Dördüncüsü, önümüzdeki dönemde ne olabileceği. Anımsanacağı üzere, kamu bankalarının katılım bankacılığı yapabilmesi için yasal düzenleme yapılmıştı. Dolayısıyla Ziraat Bankası, Vakıfbank ve Halkbank’m önünde iki seçenek var; mevcut katılım bankalarından birini satın almak veya yeni bir organizasyon oluşturmak. Katılım bankası sayısı dört olunca fazla seçenek kalmıyor. Ancak beklenen Ziraat Bankası senaryosunun gerçekleşeceği şeklinde. Tabii cuma akşamı itibariyle düşüşe rağmen 1,1 milyar liralık piyasa değerine sahip olan bir bankanın değerinin ne olacağı ve hissedarlarla nasıl bir değer üzerinden el sıkışılacağı da merak konusu.
Beşincisi de bir uyarıyla ilgili. Deneyimli bir bankacı, geçmişte Türk Ticaret Bankası’mn satışına ilişkin siyasi müdahalenin sonuçlarının çabuk unutulduğu uyansmda bulunuyor. Aynı bankacı, “Bankalar Kanunu’nu çiğneyenlerin, satışa müdahale edenlerin bir bölümü hayatta. Onlara bakılabilir” diyor.