Mars’a Tek Yönlü Yolculuk Yapmak Delilik mi?
Mars’a geri dönüşü olmayan bir yolculuk
HollandalI bir girişimci binlerce insanı Mars’a tek yönlü bir yolculuğa başvurmaya ikna etti. İyi de, niye gitsinler ki?
BİR CUMARTESİ SABAHI erken saatlerde, gezegeninden memnun olmayan 60 civarı insan George Washington Üniversitesi kampusunda küçük bir oditoryumda toplanmış. Burada bulunma amaçları, uzayda kendine yeterli bir koloni kurma planlarını dinlemek. Hepsinin umudu, bizler Dünyada yaşayıp ölürken ilk koloniciler olup uzaya açılmak.
Sahnedeki, saçları seyrelmeye yüz tutmuş mühendis İçinizden kaçı Mars’a geri dönüşü olmayan bir yolculuk yapmak ister?” diye soruyor. Yüzü adeta tek renkli görünüyor. Keskin çizgiler ve kırışıklıklar yüzünü küçük bir ay manzarasına çevirmiş. Kulakları hafifçe sivri. Ceketinin yakasında bir etiket var. “MERHABA! BENİM ADIM: Bas” yazıyor üzerinde.
Hemen herkes elini kaldırınca Bas Lansdorp’un yüzünde bir gülümseme beliriyor. Bunlar onun katılımcıları, tuhaf ve cüretkâr bir deneyde kobay olarak kullanılmayı kabullenmiş insanlar. Daha bir gün önce Lansdrop, CBS This Morning adlı televizyon programında fikrini sabırla açıkladı. “Doğru anlayıp anlamadığımdan emin olmak istiyorum” dedi afallamış sunucu. “Bu göreve giderseniz geri dönüşünüz yok.” Ama burada, Ağustos 2013’te düzenlenen Milyon Marslı Buluşmalarının ilkinde, Lansdorp baktığında sadece kendisine inananları görüyor. ‘‘Vay be, herkes amma da kararlı!” deyip gülüyor.
“Koltuk uzaylısı” tiplerin birçoğu ortak demografik özelliklere sahip. Klasik Mars tutkunu gençler bunlar. Boyunları ve kolları dövmeli, yüzlerinde Weird Al Yankovicz’in farklı versiyonlarını andıran bıyıklar ve top sakallar var. Ancak aralarında yaşça büyük kadınlar, ehliyet sahibi olamayacak kadar küçük çocuklar da var. Hepsini buraya getiren şey, Lansdorp’un mesajına duydukları sarsılmaz güven. Lansdorp, insanların başka gezegenlere yayılması ve bunu da hemen yapması gerektiği görüşünde. Bundan birkaç yıl önce ABD Başkanı Obama, ABD’nin 2030’ların ortasına kadar Mars yörüngesine astronot yerleştireceğini açıkladı. Ne var ki bu proje rafa kaldırılma-dıysa bile, bütçe kesintileri yüzünden ciddi biçimde yerinde sayıyor. NASA, görevi tekrar rayına oturtsa bile, Mars’a gönderdiği insanları geri getirmek niyetinde. Washington’da toplanmış bu kalabalık içinse bu, çileden çıkartıcı bir bürokratik tedbir. Lansdorp “Sizi Mars’tan Dünyaya geri getirecek bir teknoloji mevcut değil” diyerek kalabalığı hareketlendiriyor.
Bu teknolojiye kavuşmamız belki de bir 20 yıl daha alacak. “Bu işi bugün elimizde olanlarla yapmalıyız ve bunun da tek yolu, oraya gidip kalmak.”
Bundan üç yıl öncesine kadar Lansdorp’un Mars’la pek bir ilgisi yoktu. Makine mühendisi olan Lansdorp, yere bağlı planörlerle güç üretmeyi planlayan bir rüzgâr enerjisi şirketinin eş kurucusuydu. Fakat HollandalI girişimci 2011’de payını satıp daha büyük bir ideal uğruna çalışmaya başladı. Eğer hükümetler Mars’a yapılacak bir sefer için aşırı cimri davranıyor ya da riski göze alamıyorsa, o zaman özel sektörün el atması gerekiyor demektir. “Bunu biri yapacaksa, ben olmalıyım diye düşündüm” diyor kalabalığa. Mars One’ın eş kurucusu Arno Wielders’la bir araya gelen Lansdorp, bu yolculuğu finanse etmek için, eğlence olarak satma planı yapmış. Olimpiyat oyunlarını inceleyen Lansdorp, yayın haklarının milyarlarca dolar ettiğini öğrenmiş. Tarihteki ilk gezegen dışı kasabayla ilgili bir televizyon programının bundan çok daha fazla, en azından 6-7 milyar dolar edeceğini, bunun da Mars’a gidecek yükü ve araçları hazırlayıp fırlatmaya yeteceğini düşünüyor.
Programın bir de oyuncu kadrosuna ihtiyacı olacak elbette. İşte, bu toplantıya katılan geleceğin Marslıları da burada devreye giriyor. Lansdorp’un ekibi Nisan 2013’ten bu yana, (ülkeden ülkeye değişen) küçük bir başvuru ücretini gönderen herkesin özgeçmişini gözden geçiriyor. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında bu ilk aşamayı tamamladıklarında havuzdaki kişi sayısını ı.058’e indirmişlerdi. Bu adaylar mülakattan geçecek ve bu yıl içinde grup sayıca daha da azalacak. Sonunda, ilk görev için her biri Dünyanın farklı bir kıtasından gelen iki erkek ve iki kadın seçilecek. Mars’a yapacakları yolculuğun 2025’te tamamlanması bekleniyor.
Oditoryumda toplanmış bulunan herkes seçilme şansının düşük olduğunu, seçilseler bile projenin belki de asla yerden havalana-mayacağmı biliyor. Yine de Mars One birçok insana bugüne kadar rüyalarında gördükleri şeyi gerçekleştirme umudu sundu. Seçmeler sırasında 200.000 küsur kişi Mars One web sitesine kaydoldu ve Facebook’taki ilgi grubunda 10.000 üye var. Washington’daki adaylar arasında dövmeli bir gencin üstündeki tişört aslında orada bulunan herkesin ruh halinin sözcüsü: “Bas beni Mars’a yolluyor” yazıyor tişörtün ön yüzünde. Arkasında ise “Sağ ol Bas, sen iyi birisin.”
Aynı rüyayı paylaşmayan biri, örneğin dünyalı bir gazeteci içinse bu ruh en iyi ihtimalle donkişotvari, en kötü ihtimalle de intihara meyilli görünüyor. Eğer Lansdorp dört kişiyi ömürlerini tamamlamak için acımasız ve boş bir dünyaya gönderiyorsa, bunun ne faydası var? Bas iyi bir adam mı yoksa tehlikeli bir megaloman mı? Lansdorp, şüphe duyanlar için tüm yanıtları hazırlamış. “İnsanlar, bunu yapmaya hazır birilerinin olduğunu hayal edemiyor” diyor sunumunu bitirirken. “Mars’a ölmek için gittiğimizi söylüyorlar. Ama tabii ki bu doğru değil. Ölmek için değil, yaşamak için gidiyoruz Mars’a.”
OCAK AYINDA NASA bilim insanları Mars’ta bir jöleli çörek buldu. Daha doğrusu, hamur işine benzeyen bir kaya buldular. Kenarları beyaz, ortası ise çilek rengiydi. Taşın bulunduğu kısır dünyanın değil de, böylesi bir bulgunun dünyanın dört bir tarafındaki haberlere konu olması (sonuçta altı üstü bir taş) çok şey söylüyor.
İkiz keşif araçları Spirit ve Opportunity’nin Kızıl Gezegene inişinin üstünden on yıl geçti. Bu sürede neredeyse 50 kilometre yol katettiler, her yöne göz alabildiğine uzanan, kumlu, çamur rengi, çopur yüzlü bir arazide dolaştılar. Yazları 21, kışları -142 dereceyi bulan sıcaklığa, acımasız ve sık toz fırtınalarına, büyük oranda karbondioksitten oluşan solunamaz bir atmosfere ve kozmik ışınların insanın DNAsında kanserli mutasyonlara yol açabilecek radyasyonuna, güneş patlamalarına göğüs gerdiler. Kim hayatını bu denli berbat ve zorlu bir yerde geçirmek ister ki?
Konferansın öğle yemeğinde bu soruyu Max Fagin adlı bir gence yöneltiyorum. Görevde büyük olasılıkla öleceğini bir kenara bırak, diyorum. Diyelim ki bilgisayarda herhangi bir sorun ya da iniş kazası olmadı, geminiz devasa bir ateş topuna dönüşmedi. Diyelim ki -doktorunuz yokken- hastalanmadın ya da kolunu bacağını kırmadın. Diyelim ki teknik bakımdan her şey yolunda gitti. Peki ya sonsuza dek geride bırakacakların? Yağan karın, tatlı meltemin, cayır cayır bir yaz günü kendini suya atmanın hissi?
“Tüm bu şeyleri geride bırakmak beni çok üzecek” diyor Purdue Üniversitesinde uçak ve uzay mühendisliğinde yüksek lisans öğrencisi olan Fagin. “Fakat Mars’a gitmenin özel yanı, tüm bunları telafi edecek daha iyi şeylerin olması. Her insan okyanus görebilir. Ormana gidebilir. Bunlar elbette güzel şeyler, ama bir o kadar da sıradan. Oysa ben, Mars’ta gündoğu-mu görme şansına kavuşacağım. Tüm güneş sisteminin en yüce dağlarından biri olan Olympus Mons’un eteğinde duracağım. Gökyüzünde iki ay görme şansı elde edeceğim.
Şu anda 6 ya da 7 milyar insanın yaşadığı bir hayat için nostaljiye kapılamam.”
Masada bizimle birlikte birkaç Marslı daha var. Sandviç ve suşi yiyoruz. Bir astronotun rüyasında bile göremeyeceği şeyler bunlar. Fagin’e soruyorum: Bu yenilik hissi bir süre sonra bıkkınlığa bırakmayacak mı yerini? Gündoğumunu yüz kere izledikten, Olympus Mons’un etrafında tur attıktan sonra ne olacak? Sıkış tıkış habitatınızda erken bir ölüme yakalanmamak için çaba vermekten başka bir şey kalmadığında? Peki ya yiyecekler? Çubuğumu Whole Foods marka bir ton balıklı makiye saplıyorum. Ya ömrünün geri kalanım tarım biriminde yetiştirdiğin mini marulları sos olmadan yiyerek geçirirsen?
Fagin sözü bitirmemi bekliyor. Yüzünde sessiz bir lütuf ifadesi var. “Olaylara dar bir açıdan bakıyorsun” diyor. “Yaşadığın yer ve zaman yüzünden sana tuhaf geliyor. Bir eskimoya onca kardan, kayadan sıkılmıyor musun diye sorar miydin?”
Bir an kekeliyorum, söyleyecek söz bulamıyorum. Gerçekten de, neden dünyadaki lükslerle dolu yaşantımı baz alıyorum ki? Belki de Mars’taki yaşam, insanoğlunun binlerce nesildir sürdürdüğü yaşamdan çok da farklı olmayacak. Daha sonra, onun argümanına verecek yanıtlar buluyorum. Kuzey Kutbu vahşi hayvanlarla, bitkilerle dolu. Mars’taki gibi cansız, çorak topraklarla değil. Bu arada, orada yaşayan Inuit yerlilerinin intihar ve depresyon oranı çok yüksek. Fakat bu gerçeklerin Fagin’e çok şey ifade etmeyeceğini de biliyorum. Fagin 2010’da bomboş Utah çölünde, öğrencilerin Mars’ta yaşamı simüle ettikleri ufacık bir araştırma istasyonunda iki hafta geçirmiş. Her dışarı çıkışlarında uzay kıyafeti giymeleri gerekiyormuş. “Orada daha uzun kalmak istiyordum ama kalamadım” diyor bana.
Peki ya ailen ne olacak? Söylediklerim çaresizlikten söylenmiş gibi geliyor, sanki Mars One’m sadece ıstıraba ve ölüme yol açacağına ikna etmem gerekiyor onu. Yine de Max Fagin geriye adım atmıyor. Kolonicilerin, aileleriyle, Vietnam’daki askerlerden ve ilk transatlantik kabloların döşenmesinden önce Amerika’ya gelen göçmenlerden daha sık iletişim kuracağını söylüyor. Mars’taki ilk koloniciler ailelerine görüntülü posta yollayabilecek. ‘Ailem bir süredir tercihime alışık” diyor Fagin. “Beni er ya da geç yitireceklerini biliyorlar, çünkü gezegen beni yitirecek.”
AKŞAMÜZERİ, sunumlar tamamlandıktan ve Marslılar konferans sonrası Ulusal Havacılık ve Uzay Müzesine bir gezi yapmaya hazırlanırken, Lansdorp’u sahnenin yakınında yakalıyorum. Yaptığı röportajı henüz bitirmiş ve kamera ekibi teçhizatlarını topluyor. Lansdorp bu turneden yorulmuş gibi, projenin duyu-ruluşundan beri tekrar tekrar aynı soruları yanıtlarken yüzündeki tebessüm yapmacık duruyor. “İnsanoğlunu kurtarmak bu işi yaparken öncelik listemde yer almıyor” diyor çevresini saran küçük muhabir grubuna. “Bu işi başlattım çünkü her şeyden önce kendim gitmek istiyordum.”
Kendini uzun süredir Mars meraklısı olarak nitelese de Lansdorp bu görevi tek başına planlayacak uzmanlığa sahip değil. Hollanda’daki Twente Üniversitesinde yüksek lisans öğrencisiyken varsayımsal bir uzay istasyonu için sistemler tasarlamış ve Avrupa Uzay Ajansında yük araştırma müdürü olan Wielders’la bu şekilde bağlantı kurmuş. “Uzayı o biliyor, ben değil” diyor Lansdorp. Wielders ona çok miktarda para toplayabilirlerse tek yönlü bir görevin altından kalkılabileceğini söylemiş. Bunun üzerine yolculuğu televizyon programına dönüştürme ve yayın haklarını satma kararı almışlar.
Konseptlerinde büyük açıklar var. Büyük olaylarla ilgili programlar iyi para topluyor fakat bunlar genelde kısa süreli ve aksiyon yüklü. Lansdorp’un Olimpiyat oyunları iyi bir örnek. Ancak Mars One onlarca yıl sürecek bir televizyon programı istiyor. Önümüzdeki on yıl boyunca, Mars’a gidecek ekibin eğitimini yayınlamak niyetindeler. Peki ya televizyon kanalları yıllarca aynı programa yatırım yapmak istemezse? Ya izleyici programı beğenmezse?
Ya her şey yolunda giderse ama koloniciler biraz mahremiyet istediklerine karar verip kameraları kapatırsa?
Landsorp bu detayları çözüme kavuşturması için Avrupa’da “reality” programlarının en büyük isimlerinden biri olan Paul Römer’i işe almış. Römer, Hollanda’daki Big Brother yarışmasının eş yaratıcısı. Landsorp şansım denemek için yapımcıya e-posta atmış ve anında yanıt gelmiş. (“Şansa bak” diyor Landsorp. “Bir medya uzmanıyla temasa geçiyorsun, adam bilimkurgu hayranı çıkıyor!”) Haziran ayında Mars One, Römer’in bir ara baş kreatif yönetici olarak çalıştığı şirketin yan kuruluşu olan Dar-low Smithson Yapımcılıkla anlaşma imzalamış. Hedef, aday seçim sürecini çekmek ve belki de 2015 kadar erken bir tarihte yayınlamak.
Uzay teknolojisi denince, Mars One hiçbir şeyi sıfırdan yapmayacağını söylüyor. Lansdorp her şeyi piyasadan satın almak ya da üreticilerle birlikte geliştirmek istiyor. SpaceX’in ürettiği Falcon 9 roketinin geliştirilmiş bir versiyonunu ve SpaceX’in ya da Lockheed Martinin iniş kapsülünü kullanmayı planlıyor. NASA botları gibi bilim araştırmaları için değil de, Mars toprağını taşımak ve kolonicilerin gelişine hazırlık olarak ince güneş paneli levhalarını döşemek için de bir çift keşif aracına ihtiyaçları var.
Mars One’ın zaman çizelgesi çok iddialı. Belki de haddinden fazla iddialı. Lansdorp’un müteahhitlerinin teknolojilerini (tekerlekli keşif araçları, yaşam destek birimleri, uzay kıyafetleri vb. için) görevin gerektirdiği hızda uyarlayıp uyarlayamayacağı belirsiz. Kızıl Gezegene yapılan çok daha sade seferlerin (örneğin sadece Curiosity aracını Mars’a indiren ve 2,5 milyar dolara patlayan Mars Bilim Laboratuvarı’nın) maliyeti düşünülürse, Landsorp’un tahmin ettiği maliyet çok düşük kalıyor. Mars One, bankada ne kadar parası olduğunu söylemese de, firmanın ihtiyaç duyduğu paranın ancak küçük bir kısmını toplaması olanaklı. “Şu anda en zayıf halka gerçekten de bağış toplama” diyor Landsorp toplantıda. “Şu anda bankada 6 milyar dolarımız olsaydı bu işi kotarabilece-ğimizden eminim. Fakat donanım masraflarını karşılayacak kişileri para vermeye ikna etmek… işte en büyük güçlük bu.”
Washington’daki toplantıya katılanların bile Mars One’la ilgili şüpheleri var. “Bunun başarısız olabileceğini, düşük bir olasılık olduğunu biliyoruz” diyor içlerinden biri. Fakat önemli olan o değil. Landsorp, Mars’a giden yolun elinde makasla bütçeyi kırpan bürokratların eline kalmadığını ispatlıyor. SpaceX’in sahibi Elon Musk ya da 202i’de Mars’a bir uçuş gerçekleştirmeyi planlyan Dennis Tito gibi milyarderleri beklemek zorunda değiller. Bu yılın başında, 8.000’den fazla insan, kitle kaynak sitesi Indiegogo’da Mars One’a 300.000 dolardan fazla para bağışında bulundu. Bundan birkaç yıl önce olsa bu hevesleriyle yapayalnız kalacak kişiler artık internetten tanışıp buluşuyor, konferanslar organize ediyor. Marslıların bir hareketi var ve giderek büyüyor.
MARS ONE’I arkadaşlarıma tarif ettiğinde, birçoğu bunu kişisel algılıyor. Marslılara deli diyorlar, bazısı daha da beterini söylüyor. Facebook’taki “Aspiring Martians” (Mars Heveslileri) grubunda birçok tartışmanın konusu, insanların gösterdiği düşmanlık.
Ocak ayında bir kullanıcı şöyle yazmış: “Ne zaman Mars One’la ilgili bir içerik paylaşılsa yorumlar kısmında deli, özenti, ruh hastası, intihar meraklısı olduğumuz, ayaklarımızın yere basacağı, görevin bir aldatmaca olduğu, gereken teknolojinin mevcut olmadığı ve bazı durumlarda, sırf katıldığımız için ölümü hak ettiğimiz tarzında şeyler yazıldığını gören ilk kişi ben değilim herhalde.”
Landsorp da bunun farkında. Konferansta söylediği gibi, Mars’a gitmek isteyenler var, ama çok daha fazlası gitmek istemiyor. “Bu insanlar birbirlerini hiçbir zaman anlamayacak.” Fakat anlayışsızlık, Marslılar düşlerini ne zaman paylaşsa ortaya çıkan öfkeyi açıklamıyor. Sorun, yolculuğun güç ya da çılgınca olması değil de, onların Dünyadan kaçması. Gezegenimizin nesi var, diye sormak istiyoruz onlara. Buradaki hayat sizin için yeteri kadar iyi değil mi? Ya da kişisel boyuta indirgesek, ben, senin için yeterince iyi değil miyim?
“Bu rasyonel bir şey değil” diyor Lansdorp bana insanların neden Mars’a gitmek isteyebileceğini açıklarken. “Neredeyse aşk gibi bir şey. Açıklayamadığınız bir nedenden ötürü istersiniz ve bazen duyduğunuz bir aşk, diğer • ^aşklardan dahagüçlüdür.” Landsorp projeye, Mars’a kendisi gitmek istediği için girişmiş. Fakat şu anda o ve kız arkadaşı bir bebek beklediklerinden, ilk giden olma fikrinden vazgeçmiş. Çocuğunun büyümesini kaçırmak istemiyor. “Ama bunu da göze alacak insanları anlayışla karşılıyorum” diyor.
Ben de olsam kız arkadaşımı geride bırakmazdım. Gökyüzüne baktığımda sadece hayranlık duyuyorum. Zihnimi harekete geçiren bir şey bu; kalbimi değil. Ama konuşurken, bir zamanlar katıldığım, astronot Michael J. Massimino’yla yapılan bir soru – yanıt etkinliği aklıma geliyor. Birisi ona uzay yürüyüşüne çıkmanın ve Dünyaya uzaktan bakmanın nasıl bir şey olduğunu sormuştu. Massimino bunun şimdiye dek gördüğü en muhteşem manzara olduğunu, fakat bir yandan da kendisini büyük bir hüzne boğduğunu söylemişti. Neden mi? Çünkü bu manzarayı en sevdiği insanlarla asla paylaşamayacağını biliyordu.
Bunun ışığında, Mars’a yapılacak tek yönlü bir yolculuk, tuhaf ama, mantıklı geliyor. Bir astronot ailesini geride bırakıp onun yerine daha başka, daha büyük bir aşkın geçmesine izin vermiyor. Uzaya onların adına, geride bıraktığı herkesin adına çıkıyor; bunun maddi ya da manevi bedeli ne olursa olsun. Çiçeği burnunda Marslılar da iki ayla aydınlanan göğün altında uyumaktan söz ediyorlar fakat zaman boyunca yaşamış herhangi bir insan kadar yalnız olacaklarının bilincindeler. O yüzden de yapacakları yolculuk, onlar olduğu kadar bizim için de önemli. Mars’ta yaşayacaklar, biz, geri kalanımız bunu yapmak zorunda kalmayalım diye.
Konferanstan çıkmadan hemen önce bir diğer Marslı olan Leila Zucker’la tanışıyorum. 40’lı yaşlarında bir tıp doktoru. Mutlu bir evliliği var ama her şeyi elinin tersiyle itmeye dünden razı. “Buradayken de Dünyanın iyiliği için çalışabilirim” diyor bana. “Ama Mars’tayken de Dünyanın iyiliği için çalışmam mümkün. Bir şeylerden kaçma düşüncesine gelince… Hayır, hiçbir şeyden kaçtığım yok benim. Böyle düşünenler dar zihinli, korkmuş insanlar. Önemli olan, insan ırkının yayılması.”
Zucker daha önce bir panelde söz alıp, kalabalıktan gelen soruları yanıtladı. “Hiçbirimiz ölmeyi planlamıyoruz ama ölebileceğimizin de bilincindeyiz” dedi. “Hayatımı bir hiç uğruna harcayacak değilim, ama bunun için seve seve veririm zira bu benim hayalim.” Sonra, oturumun kapanmasına yakın, ansızın şarkı söylemeye başladı: “Gitmek istediğim yer Kızıl Gezegen Mars / Ama maalesef seçmedi beni Bas / Gitmek istediğim yer Kızıl Gezegen Mars / Gözüm hasretle yıldızlarda artık / Seçilsem de seçilmesem de fark etmez / Mars bir gün hepimizin gideceği yer / Çünkü Mars One yıldızlara gider!”