Kariyer ve İş İlanları

Çok yüksek maaşlar alan profesyonel bir yönetici olacağım

Başlarken…

Ona diyorum ki: “Hâlâ vakit var. Çekip gidebilirsin bu şehirden.”

Çünkü sürekli şikâyet ediyor İstanbul’dan. Henüz otuz alü yaşmda ve şimdiden bu şehrin karmaşasından, yoruculuğundan bezmiş durumda.

Ama, “Hayır,” diyor bana. “Yıllarca okudum, çalıştım, çabaladım, şimdi nasıl bırakıp gideyim?!”

“Peki amacın ne?” diye soruyorum.

O sırada İstanbul’un en lüks semtlerinden biri olan Eti-ler’de arabayla ilerliyoruz. Sol eliyle direksiyonu tutarken, boşta olan sağ eliyle camdan dışarıyı gösteriyor. Gösterdiği yer, ülkenin belki de en pahalı apartman dairelerinden oluşan bir site. Bu sitede iki odalı bir evin aylık kirası 5 bin doların üzerinde.

“İşte burada oturmaya başladığım gün kendimi başarmış sayacağım,” diyor.

yöneticiAraba kullanırken güvenli olsun diye pipetle içiyor kaynar sıcaklıktaki kahvesini. Karton bardağını sıkıştırdığı bacaklarının arasından eline alıp pipeti yeniden dudaklarına götürüyor. Sağ ön koltukta oturuyorum ve dönüp ona baktığım açıdan bana bu hali, çişini tutamadığı için altına bez bağlanan ve eğilemediği için pipetle su içen bir moruk gibi görünüyor.

Aval aval suratına bakıyorum. Sonra salyam akmasın diye ağzımı kapatıp ben de karton bardaktaki kahvemden bir yudum alıyorum. Gösterdiği siteye bakıyorum, üzerinden başarı’nın tanımını yaptığı siteye…

Oysa şu anda oturduğu evi de aynı cadde üzerinde, dört odalı ve kirası aylık 2000 TL olan, gayet güzel bir ev.

Önümüzdeki yıllar boyunca patronlarının ve yöneticilerinin kıçını yalayarak iki blok ileri gitmeyi hedefliyor. Hayatının en güzel yıllarım yalan dolan, hırgür ve kahpeliklerle geçirip kariyerinde yükselmek istiyor.

Ne için?

Yirmi senenin sonunda şu anda oturduğu ev ile aynı cadde üzerinde ve sadece yüz metre ilerdeki siteye geçmek için.

Kahvemden bir yudum daha alırken gözüm karton bardağm üzerindeki “dikkat, sıcak içecek” yazısına takılıyor. Çok akıllıca. Böylece kahveyi üzerimize döküp ağır derecede haşlandığımızda kahveciyi dava edemiyoruz ve adamlar hiçbir sorumluluk altına girmiyor.

“Biz onları uyardık!”

Bu ne muhteşem bir müşteri odaklılıktır böyle. Bu ne muazzam bir tüketici dostluğudur. Haşlamrsan sorumlusu sensin ha, ona göre. Bu kadar seviyoruz, uyarıyoruz seni işte. Daha ne olsun?

“Güzel bir site değil mi? Düşünsene, tam sekiz tane havuzu var. Spor salonları falan, içerde yok yok senin anlayacağın,” diyor arkadaşım.

Ellerim titremeye başlıyor…

Lanet olsun, yine aynı şey oluyor işte! Ne zaman böyle isyan ettiğim bir şey duysam veya beni öfkelendiren bir olaya tanık olsam, önce ellerim titremeye başlıyor, sonra gözlerim kararıyor. Gerçek hayattan bir anda kopuveriyo-rum ve olayın devamını zihnimde yaşamaya başlıyorum.

Arkadaşımın suratına bakıyorum. Elimdeki karton bardağın kapağını açıp içindeki kaynar kahveyi tam da hayalarının üzerine boşaltıyorum. “Madem kariyer yapacaksın, artık bunlara ihtiyacın yok!” diyorum. Haykırmaya başlıyor.

Bacakları ve hayaları haşlanan biri araba sürerken ne tepki verir, böylece öğrenmiş oluyorum. Arabanın kontrolünü yitiriyor ve bir trafik ışığına bindiriyoruz. Bu sırada arabanın kırılmış dikiz aynasında kendimi gördüğümde suratımın Bruce VVıllis’e dönüştüğünü fark ediyorum.

Yine zihnimde Bruce Willis olmuşum! Gözkapakla-rımı hızla kapatıp açarak kendime geliyorum. Arabadayım. Arkadaşımın eli hâlâ havada ve bana o pahalı siteyi gösteriyor. Kolunun altından yayılan ter kokusunu içime çekmemeye çalışarak, “Evet harika bir siteymiş gerçekten de,” diyorum.

Gösterdiği siteye bakmıyorum aslında. Çünkü gözüm, kaldırımda koşu yapan genç kızm siyah tayt altına giydiği küçücük pembe tangasıyla ikiye böldüğü küçük kıçına takılıyor. O sırada kaldırımda bir puset içinde torununu gezdiren seksen yaşlarındaki düzgün giyimli beyaz saçlı adam da, top gibi yuvarlak pembe tangalı bu kıça bakıyor. Sonra birden yaşlı adamla göz göze geliyoruz ve torunu yaşındaki kızın kıçına baktığmı kimsenin görmediğini sanan dede hızla kafasını pusete çevirip torununun örtüsünü düzeltiyor gibi yapıyor.

Ben de mahcup olup arabadaki arkadaşıma odaklanıyorum yeniden. “Başarı” dediği şeyi düşünüyorum.

Başarı, Etiler’de bir siteymiş.

Ne vizyon ama!

Bu adam Türkiye’nin sözde en iyi liselerinden birinden mezun olmuş, en iyi üniversitelerinden birine gitmiş ve Amerika’da MBA mastırı yapmış biri.

Sistemin “başarılı” bir ürünü.

Sistem, kocaman bir üzüm bahçesi: Asmalarla dolu. Özel mineral ve hormonlar sayesinde, bir asma dalında normalde yetişebileceğinden çok daha fazla sayıda ve sulu üzüm üretiliyor. Tarım ilaçlarıyla aykırı otların ve istenmeyen haşerelerin üremesine izin verilmiyor.

Sadece üzüm.

İstediğimiz renkte ve çapta, boyda ve tatta. Genetik teknolojisi sayesinde üzümler daha olmadan biliyoruz renklerini, çaplarını, boylarını ve hatta tatlarını.

Ama sistemin tüm kimyasal silahlarına inat, ara sıra yine de bir bokböceği yürüyüveriyor o asmalarm arasmda.

Asmalarm arasında yürüyen bir bokböceği gibi hissediyorum kendimi.

Hayır. Artık hayal yok. Kendine hâkim ol, diyorum.

Bütün üzüm taneleri birbirine benziyor. Binlercesi. Aynı asmanın ürünleri.

Bir üzüm, tek bir üzüm olarak hiçbir halta yaramaz. Tek bir üzüm ile karnını doyuramazsm. Yemekten sonra yenecek bir tatlı olamayacak kadar küçüktür tek bir üzüm. Suyu birkaç damladır, içip susuzluğunu da gideremezsin. Ama binlercesini bir araya getirerek çıplak ayaklarınla ezip şarap yapabilirsin. Bu sayede üzümler bir halta benzerler. Yoksa milyonlarca üzüm içinden o, sadece, bir üzümdür.

Sistem.

Kocaman bir asma bahçesi.

Arkadaşımın üzüm yeşili gözlerine bakıyorum: Gözlerinde o malum sitenin yansıması var.

Artık hayal yok, diyorum. Tamam, belki Bruce Willis değilsin, ama bir bokböceği de değilsin, sakin ol, diyorum kendime.

Peki dostum, senin hedefin ne?

Etiler’de bir kümese ayda 5 bin dolar vermek gibi somut bir şey midir hedefin, yoksa henüz belli bir tanımlama yapmadın mı?

Kitapçıların iş ve ekonomi yönetimi reyonlarından seçeceğin bir kitapla kendine bir hedef belirleyemezsin. Zaten “kişisel gelişim” tadındaki bu kitapları okuyarak kendi içindeki gerçeği keşfedip varabileceğin hiçbir hedef de yoktur.

Senden önce, seninle aynı yola çıkmaya karar verip o yolculuğun herhangi bir kesitini seninle paylaşan birinden öğreneceğin şey, olsa olsa, o adamm yaşadığı deneyimdir. Bir başkası tarafmdan keşfedilmiş ve geçilmiş bir yoldan geçerek zengin ve başarılı olan ikinci bir şahsiyet daha olabilir mi sence?

Olsaydı dünyada sekiz tane Microsoft, on beş tane Go-ogle, yirmi tane Facebook, kırk sekiz tane Levi’s olmaz mıydı?

Halbuki İbrahim Tatlıses’ten bile bir tane var.

Hatta dünyanın ilk dolar milyoneri olarak tarihe geçen Rockefeller ne der biliyor musun:

“Başarılı olmanın yolu, başkalarının bildiği klişe yolları terk edip daha önce denenmemiş yollardan geçmektir.”

Sıkıyorsa!

Kişisel gelişim kitapları sayesinde çok başarılı olup para kazanmış birileri varsa, onlar da bu kitapların yazarlarıdır: Kitaplarım size satıp iyi bir gelir elde etmişlerdir.

Eğer bu kitaplar sayesinde elde edilmiş herhangi bir “kişisel gelişim” varsa, onu elde eden de aym kişidir: Bir kitap yazmak için hayatında ilk defa kafa patlatmış, bir yayınevine bunu yayımlatmak için kırk takla atmıştır. İşte kişisel gelişim diye buna derim ben!

Bundan seneler evvel, “iş yönetimi” ve “kişisel gelişim” alanlarında kitapları olan ve kitapları da gerçekten çok satan bir büyüğüm bana akıl verirken şöyle demişti:

“Bak genç adam, şimdi on dokuz yaşındasın. Diyelim ki küçük bir sermayen var, mesela 100 bin dolar. Bunu yirmi senede 50 milyon dolar yapabilirsin. Sihirli kelime ‘girişimciliktir’ aslanım.”

İyi ama on dokuz yaşmdayken cebimde 100 bin dolarım mı vardı benim? Türkiye’de kaç kişinin on dokuz yaşında 100 bin doları vardır?

Onu dinlerken, “Vay be ne muhteşem fikirler bunlar, ben de böyle yapıp köşeyi döneceğim…” diye hayaller kurmuştum. Oysa şimdi hatırlıyorum da, cebimde sadece beni Kızılay’dan Bahçelievler’e götürecek tek kullanımlık Ankaray metro kartı ve bugünkü hesapla yirmi beş, otuz dolar kadar bir para vardı.

Zaten param yoksa senin öğüdünü neyleyim?

Zaten param varsa senin öğüdünü neyleyim?

Bu kişisel gelişim safsatalarını unut gitsin! Tekrar soruyorum genç dostum, senin hedefin nedir?

“Yıllarca okudum, şimdi bir iş bulma zamanı,” diyorsan…

“Senelerdir çalışıyorum, artık kariyerimde yeni bir atılım yapma ve yükselme zamanı,” diyorsan…

Sana da o gün o arabada arkadaşıma söylediklerimi söyleyeceğim:

En azından bir kere daha düşün. Hâlâ vakit varken.

Düşündüm ve eminim mi diyorsun?

“Bir gün, zirvelere tırmanıp çok yüksek maaşlar alan profesyonel bir yönetici olacağım!”

Sonunda bulacağın şey ne olursa olsun, zamanla seni neye dönüştürecek olursa olsun, tüm olasılıkları göze alarak bu yolda yürümeye kararlı mısın?

O zaman okumaya devam et dostum…

Gel maceramıza başlayalım…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu