Daha düşük faiz beklentisi
Daha düşük faiz beklentisi, faiz-enflasyon ilişkisiyle ilgili tartışmaları alevlendirdi. Ekonomistlere göre, yüksek faiz maliyet enflasyonuna neden oluyor. Ancak diğer yandan 2-3 yıldır enflasyonda, arz yönlü bir şok yaşanıyor…
KÜRESEL piyasalarda ABD Merkez Bankası’mn (FED) faiz kararı bekleniyor. En geç haziran ayında bir faiz artışı olacağı beklentisi hakim. Global ekonomide düşen petrol fiyatları dışında en etkili gelişmelerden biri de FED’in alacağı faiz kararı. Bu Türkiye ile birlikte gelişen ülkeleri de yakından ilgilendiriyor.
içerde önemli tartışma ise, beklentilerden yüksek çıkan ocak enflasyonu sonrası Merkez Bankası’mn erken indirim kararının iptal olması. Faiz ile enflasyon arasında son yıllardaki ilişkiye bakıldığında zaman zaman negatif reel faiz görülüyor. Örneğin, 2002 yılında enflasyondan arındırılmış, yani reel faiz eksi 1 olurken 2004 yılında yeniden yükselerek yüzde 8.65’e çıktığı görülüyor. 2008 yılına kadar pozitif reel faiz devam ederken enflasyonun iki haneye çıktığı 2011 yılında reel getiri eksi 4.7 ile dibe vurmuştu. Geçen yıl binde 8 olan reel getiri 2015 Şubat ayı itibariyle yüzde 2.25 olarak hesaplanıyor.
‘TAVUK MU YUMURTADAN..
Merkez Bankası’ndan beklenen yüksek oranlı bir faiz indiriminin gerçekleşmemesi tartışmaları alevlendirdi. Tartışmanın odağını ise, “faizin enflasyonun sonucu mu, yoksa nedeni mi olduğu” sorusu oluşturuyor. İktisatçılara göre, yüksek enflasyonun mu faizin yükselmesine yol açtığı, yoksa X ‘j yüksek faizin mi enflasyonu yükselttiği sorusu aslında eski bir tartışma. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da farklı görüşler var.
Ekonomistlere göre, yüksek faiz maliyet enflasyonu yaratıyor. Çünkü firmaların maliyet kalemlerinden birini finansman giderleri oluşturuyor. Buna karşın Türkiye’de son 2-3 yıldır enflasyonun kaynağını talep ve maliyetten çok arz yönlü şoklar oluşturuyor. Örneğin, kuraklık nedeniyle gıda fiyatlarının artması bu şoklardan birisi. Yatırımları artırmada dolayısıyla büyümeyi sağlamada pozitif reel faiz gerektiğini savunan ekonomistler ise, negatif reel faizin yatırımların rasyonalitesini bozacağını savunuyor. Bu teze göre, yatırımlar için beklentiler ve güven unsuru önem taşıyor. Bir ülkede faiz seviyesini ise risk unsuru belirliyor.
“KUR VE FAİZ DENGESİ OLMALI”
Trakya Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu, pozitif reel faiz verilmeyen ve döviz kurunun da aşırı değerli olduğu bir ülkede yatırımların olumsuz etkileneceğini savunuyor. Uzunoğlu’na göre, iki gösterge de yatırımların rasyonalitesini bozar. Yatırımcı önce faiz seviyesine bakıyor ve faiz sermayenin getirisinden düşükse o zaman gidip ya-tırırrt yapıyor. Buna karşın bastırılmış negatif bir faiz seviyesinin de olmaması gerekiyor. Yatırım projelerinin piyasadaki gerçek faizle gerçekleştirilmesi lazım.
Özetle, kur ve faiz dengesi olmalı. Bu arada yatırım oranlarıyla ilgili bir araştırma yapan Uzunoğlu, 2002-2013 arasında faiz de enflasyon da düşük olmasına karşın yıllık ortalama yatırım oranının yüzde 20 olduğunu ifade ediyor. 1992-2002 arasında üç çok ciddi kriz olmasına karşın yatırım oranının yine yüzde 20 civarında olduğu da Uzunoğlu’nun ilginç tespitlerinden.
“İKİSİ DE DOĞRU”
Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Hüseyin Bilgin, “neden faiz mi, enflasyon mu?” sorusunun tavuk-yumurta ikilemine benzediğine dikkat çekiyor. Bilgin’e göre, faiz yüksek olduğu zaman doğal olarak enflasyon yaratır. Çünkü firmaların maliyet kalemlerinden birini fonlama oluşturuyor. Bu maliyet yüksek olunca firmalar bu maliyeti sattıkları mallara yansıtıyor. Bu durumda da maliyet enflasyonu oluşuyor. Ama bu etkiyi ölçmek çok kolay değil.
Merkez Bankası Başkam Erdem Başçı’nın, “düşük enflasyon istikrarlı büyümeyi sağlar” sözlerinin çok doğru olmadığını belirten Bilgin’e göre, örneğin ABD, Avrupa ve Japonya gibi ülkelerde çok düşük enflasyon var hatta deflasyon olmasına karşın büyüme yok. Diğer yandan düşük faizin de bu ülkelerde büyüme sağlamadığına dikkat çekerek büyüme için insan unsuru ve beklentilerin rol oynadığını dile getiriyor.
“ENFLASYONUN NEDENİ ARZ ŞOKU”
Süleyman Şah Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatih Maciter, firmaların maliyet kalemleri içinde finansmanın büyük bir yer tutmadığına dikkat çekerek, Türkiye’de enflasyonun ana kaynağının ne talep ne de maliyet olduğunu vurguluyor. Maciter’e göre, geçen yıl örneğin enflasyonun ana kaynağı gıda fiyatlarındaki artıştı, onun da sebebi kuraklıktı. ‘Türkiye’de zaten 2-3 yıldır talep yönlü enflasyon yok. Büyüme zayıf, enflasyon ise yüksek. Dolayısıyla arz yönlü bir sorun var.
Kemerburgaz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emre Alkin ise, faizin maliyet içindeki bir unsur olduğunu, bunu yadsımanın mümkün olmadığını savunuyor. Buna karşın bu faizin nasıl oluştuğuna da bakılması gerektiğini söyleyen Alkin’e göre, ülke riskinin sonucu olan faizde etkili olan unsurlar arasında, kamunun çok fazla harcama yapması ve üretimin katma değerli olmaması bulunuyor.
Emre Alkin şu görüşleri dile getiriyor: “Faiz, enflasyonu oluşturuyorsa o zaman maliyet unsuru olarak kabul ediyoruz. Ancak faiz nasıl oluşuyor sorusunun cevabı verilmezse, bu analiz yarım kalır. Kamunun çok fazla harcama yapması ve kamunun bu harcamaları yüksek katma değer yaratmaması önemli bir etken. Hal böyle olunca Türkiye riskli bir ülke oluyor. Bu durumda faiz yüksek oluyor. Faiz dışı fazlası düşük olan ama kamu harcaması her yıl artan, özel tasarrufların artmadığı, yüksek katma değerli üretim ve ihracatın yapılmadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Böyle bir ülkede faizlerin yükselmesi normal.”
Mehfi EĞİLMEZ/Hazine Eski Müsteşar»
“Tek neden faiz değil”
2014 yılı enflasyonunda ağırlıklı olarak yüksek kur, tarım ve yüksek petrol fiyatları etkili oldu. Yoksa faiz giderlerinin, toplam maliyetler içindeki payı düşük, yani tek başına enflasyona neden olması zor. Merkez Bankası, H014 başında faizi artırarak kuru denetim altına almaya çalıştı. Bir başka ifadeyle eğer Merkez Bankası, yılın ilk ayında politika faizini yüzde 4.5’dan yüzde 10*a çıkarmasaydı 2014’ü büyük olasılıkla çok daha yüksek bir enflasyon oranıyla bitirecektik. Hammaddelerin çoğu, elektriğin bîr bölümü, yakıt ve akaryakıtın neredeyse tamamı ithalata dayalı. Bütün bunların döviz kuruyla fiyatlandığını dikkate aldığımızda gördüğümüz budur.