BU hafta klasik ve geleneksel müziklerin iş dünyamızdaki rolünden bahsetmek istiyorum. Müziğin evrensel gücünün ülkelerin ulusal marşlarında yer alıp, onları tüm dünyada temsil etmesi bu konunun ne kadar önemli olduğunu gösterir. Her ülkenin müziğe yansıyan disiplin profili ve mutlaka kendine özgü bir anlayışı vardır.
Birkaç gün önce ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ‘BRT2 Televizyon Kanalı’nda Türk gençlerinden oluşmuş büyük bir orkestranın harika konserini izledim. Büyük kompozitör Franz Schubert’in ‘Bitmemiş Senfonisi’nden canlı bir bölüm sundular. Biraz araştırınca öğrendim ki, kısa aralıklarla bu tür programları sürekli yapıyorlar ve hayli geniş bir izleyici kitlesine sahipler.
İster çok sesli Klasik Batı Müziği Formu, ister bizim incelikle işlenmiş duygusal ‘Türk Sanat Müziği’miz olsun hemen tümünün dili evrenseldir. Çok sesli müzik kadar bizim ‘Halk Müziği’mizin de olağanüstü incelikli motifleri vardır ve bu gerçek beni duygusal olarak her zaman etkilemiştir.
Müzik denince hep şuna inanırım: Türü ne olursa olsun ve hangi ses ve enstrümanlarla icra edilirse edilsin, tümünde hem estetik, hem de onları icra edenleri aynı noktada buluşturan ruh ve gönül birliği görülür.
Müzik aynı zamanda olağanüstü bir uyum ve disiplinin seslerle ifade edilişidir.
UYUMLU SESLERİN BİLEŞİMİ
Bu girişten sonra şuraya gelmek istiyorum: Acaba bizde uğraşı türüne bakılmaksızın, özel sektör her türden müziğe ne ölçüde değer veriyor ya da ondan yeterince yararlanabiliyor mu? Bunca değerli okul ve konservatuvardan mezun olan yeteneklerimiz özel sektörün şirket ve kurumlan bünyesinde acaba yer bulabiliyorlar mı?
Burada isim vermeden zikretmiş olayım; hem yerel hem de evrensel sanat elçilerimizi destekleyen çok saygın özel sektör kuruluşumuz var; ama sayıları bütüne bakıldığında ne yazık ki çok az. Bu akımı kültürümüze anlamlı katkı olarak kabul eden kurum ve şirketlerimiz ise bu yönleriyle müzikle de tanınıp yeterince hatırlanabiliyorlar mı? Bunların içine bizim özel eğitim kuramlarımız ile özel üniversitelerimizi de dahil ediyorum.
Dahası da var; özel sektörde çalışan yetkin orkestra ve koro şefleri (ki bunlar ilgili şirket ve kuruluşların sanatsal odaklı estetik algısını ve uluslararası saygınlığını da gösteriyor) acaba kimlerden oluşuyor ve sayıları ne ölçüde geniş?
Ben mevcut sayıların yeterli olmadığını biliyorum. Batıda müzik kültürü olan CEO’lara bile -biraz göstermelik de olsa- orkestra yönettiriyorlar ve kimi zaman koro şefliği de yaptırıyorlar. Amaç, onların birer seçkin ‘maestro’ olarak şirketlerini nasıl yönettiklerini bir başka dille topluma ve kendi kurumundaki bireylere anlatabilmek. Üstelik, dışarıya verilen anlamlı fotoğraflar da bu gerçeğin artısı oluyor; uluslararası olabilmenin yolunu açıyor.
ALGI DÜZEYLERİ SINANIYOR
Önemle değinmek isterim ki; orkestra ya da koro şefliği toplumun şirket yönetimi bilincini ortaya koyar. Bunlar yapılan faaliyetin ne kadar incelikli algılandığını herkese bilinçaltı yoluyla hatırlatır. Orkestrası, korosu ya da müzik topluluğu olan şirket ve kurumlar nasıl bir yönetim disiplini ve anlayışı içinde olduklarını topluma yeterince anlatmış olurlar. Ben bu açıdan topluma bundan daha anlamlı bir mesaj ve yönetime yol gösterici bir faaliyet olamaz diyorum.
Bugün kültür ve sanat adına ülkemizi temsil eden kurumların konserlerini canlı olarak dünyada yayınlayan uluslararası televizyonların olduğunu biliyorum.
Ulusal ve evrensel sanat elçiliği haline gelen bu kurumlar icraatlarıyla; ‘disiplin’, ‘kalite’, ‘yönetsel uyum’, ‘estetik’ vb. gibi unsurları tüketicilerin bilinçaltına incelikle yerleştirdiklerine, böylece yalnız kendi markalarını değil, ülke imajını da hep yukarıya taşıdıklarına inanıyorum.
Ünlü bir şirketimizin ‘Oda Orkestrası’ ve yine ünlü bir üniversitemiz ile çok tanınmış önemli birkaç ticari topluluğumuzun senfoni orkestraları yoluyla içeride ve dışarıda nasıl bir prestij kazandıklarına da yakından şahidim. Yine oldukça tanınmış bir başka topluluğumuzun alışılmışın dışında kurduğu ‘Çocuk Senfoni Orkestrası’nın da yine içeride ve dışarıda nasıl hayranlıkla izlendiğine ise tanıklık etmiş biriyim.
BİR MAESTRO OLARAK CEO
Gelelim işin bir başka püf noktasına: Benim de uzun yıllar önce tanıma mutluluğuna eriştiğim ‘Cemal Reşit Rey’, ‘Saim Akçıl’, ‘Muammer Sun’ gibi birçok müzik otoritesi şeflerde hep şunu gördüm ve ortaya koydukları üslup ve ilkeleri özellikle ‘pazarlama stratejisinin algılanması’ alanında da uygulamaya çalıştım.
Sonuçta iddiam şudur: Pazarlama dahil bir çok konuda yer alan ‘icracı elemanlar’ hem yaratıcı hem de uyumlu çalışmayı başlarındaki ‘yönetmen şeflerden’ öğrenirler. Uygulamada örnek alınan ‘maestro’lar onlara ilham verirken aynı zamanda defolu uygulamaları ve çatlak seslerin çıkmasını önlerler.
îster müzikte olsun, ister iş yaşamında; tüm mesajlar uzun araştırmalardan sonra ‘farklı olanı’ topluma -kolektif biçim, üslup ve bilinçle-vermekten geçer. Orkestra ve korolarda da sesler ve melodiler kişilerin arzularına ya da kendi beğenilerine bırakılamaz. Sesler, üslup ve mesajların tınısı her zaman değişir, fakat hedefe konan kurallar asla değişmez.
Orkestra şefliği yaptığı varsayılan CEO’nun ya da onun altında çalışan ‘Pazarlama Direktörü’nün tatlı sert yönetim üslup zenginliği bunları oluşturur. Verilecek mesajlarda tekdüzelik değil, belli kurallara bağlı armoni zenginliği vardır.
Unutmamak gerekir ki, satış ve pazarlamanın da kendine özel bir müzikalite dili vardır. Şirket için büyük stratejik sonuçlar, uzun bir eğitim ve uygulama döneminden sonra oluşturulan disiplinle birbirini tamamlamış kolektif seslerle ortaya çıkar. Şirketin incelikle icra edilen çok sesliliğinde hiç kimsenin ‘hariçten gazel okuması’na izin verilemez. Estetik uyum ve mesaj birliği kadar ulaşılacak hedefi de kutsamak esastır. Ve pek bilinmeyen diğer bir ayrıntı ise şudur: ‘CEO’ (Orkestra Şefi) yönetimin başındadır ama orkestranın kalitesine ‘birinci keman’ (pazarlama) yön verir.
NUR DEMÎROK