Makaleler

Dış Görünüş

Dış görünüş hakkında biraz fikir sahibi olmak istersen, İstanbul’un plazaları ve gökdelenleriyle ünlü iş merkezlerinden birinde iyi bir restoran seçip öğle yemeği saatlerinde oralarda takılabilirsin. Burada göreceğin insanlar ilk bakışta sana şık ve bakımlı geleceklerdir. Gerçekten de bazılarının dış görünüş konusunda başarılı olduklarını söylemeliyim.

Buradaki anahtar kelime “başarılı”dır.

Madem kariyer yapıyorsun, o zaman sızlanmayı veya direnmeyi kesip bazı şablonlara harfiyen uymak zorundasın. İçinden geldiği gibi giyinip saç kestirme konusunu, içinden geldiği gibi yaşamaktan vazgeçip kariyer yapmaya karar verdiğin gün düşünecektin.

Korkma, şablonumuz basit.

Öncelikle fit bir görünümün olmak zorunda. Göbeğinle de kariyer yapabilirsin ama senin hedefin bir departmanda şef olmak falan değil ki, en tepelere oynamak. En önemli kural, bel bölgesinde yağlanma olmamalı.

Dış Görünüş

Tanrım ne kadar terbiyeliyim… Göbeği salmayacaksın arkadaşım. Hele yanlarda “aşk tutacakları” varsa, hemen mekik ve tvvist hareketlerine başlamak için “marka” bir spor salonuna yazılmalısın.

O salonu da nerededir diye çok aramana gerek yok. Öğle yemeği saatlerinde rastladığın şık plaza çocuklarım takip edersen, o civarlarda takıldıkları bir salon muhakkak bulacaksın.

Öyle her salona gidemezsin. Gittiğin salon da, süpermarket de, sinema da marka olacak.

Neden?

Çünkü gittiğin mekânlarda daima senin yolunda yürüyenlerle veya bir zamanlar yürüyüp yükselmiş adamlarla karşılaşacaksın. Bu iş harici ortamlar, çevre edinip bu çevreyi menfaatlerin için kullanabileceğin eşsiz yerlerdir.

İş hayatında en tepelere süratle yükselmenin yolunun hâlâ “başarılı olmak”tan geçtiğini zannediyorsan, sana tavsiyem, yüzüne soğuk bir su çarpıp kitabın başına dön-mendir.

Işıltılı harfler ve büyük bir K harfiyle yazılan “Kariyer” dünyasında kısa sürede en tepelere tırmanabilmenin yolu, doğru zamanda doğru yerde olup doğru kıçları öpmekten geçer. Hepsi bu.

Sen böyle bir taraflarını yırtıp kendine ortamlar yaratmaya ve güçlü bir lobiye kapağı atmaya uğraşırken bir de bakmışsın, piçin biri elini kolunu sallaya sallaya şirketten içeri girivermiş ve yıllardır peşinde koştuğun ne kadar mevki makam varsa hepsini kısa sürede elde etmiş.

İşte hep aklında tutman gereken bir insan grubu.

Bunlar, zaten bir şekilde “ayrıcalıklı” doğan adamlardır. Adamın babası patronun veya genel müdürün eşi dostudur veya aralarmda bir çıkar ilişkisi vardır. Sen yıllarca çalışır didinirsin ama bu adam altı ayda senin üç yılda alamadığın yolu alır. Ardından öylece bakakalırsın.

Hırslanıp üzülmene gerek yok. Bu, değiştirebileceğin bir şey değildir.

Norveç’te bir seyahatteyken geri zekâlılar için yazılmış ve kapağı da sanki bir “Kutsal Kitap”mış gibi tasarlanmış Norveççe bir kişisel gelişim kitabı geçiyor elime. Norveçli arkadaşım çevirerek okuyor orada yazan eski bir duayı:

Tanrım,

Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti,

Değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenme gücü,

Ve ikisi arasındaki farkı anlama yeteneği ver.

Kitap Norveççe olmasa okuyacağım, çok merak ediyorum. Ama kapağından anlaşıldığı kadarıyla okumaya da pek gerek yok, mesaj belli. Okuyucu kitabı aldığında sanki ellerinde ilahi bir eseri tutuyormuş gibi hissetmesi amaçlanmış. Böylece kitabın içindeki boş ve bir halta yaramayan mesajlara da ciddi bir hava verilmeye çalışılmış. Ha, bunu yiyecek bir Hıristiyan var mıdır dersen, kitap Norveç’te “bestseller” olmuş, söyleyeyim.

Şiirsel bir pazarlama çalışması.

Ürün konumlandırmanın zirvesi.

Eh, neticede kitap bir üründür artık. Asırlardır en ticari sanat dalı resimdi. Resim almır, satılır, koleksiyonu yapılır, el değiştirir ve üzerinden milyonlarca dolar kâr elde edilirdi. Bundan böyle en ticari sanat dalı edebiyattır veya başka bir deyişle “kitaptır” bilesin. Bugün dünyada en sıradan sokak ressamından en büyük ressamlara kadar hepsinin eserlerinin bir yılda yarattığı ticari hacim, dünya kitap piyasasınm bir yılda yarattığı ticari hacmin yüzde biri bile değildir.

Edebiyat ticari bir maldır artık. Kitaplar mallaştıkça okurları da mallaşmıştır.

Oysa bu “Kutsal Kitap” görünümlü kişisel gelişim kitabı fikri de daha önce dünyanın çeşitli ülkelerinde uygulanmıştı. Norveçli arkadaşım, kitabın kapağını çevirirken içeriğinin aslında çok güzel olduğunu söylüyor. Kitabın kapağı özgün bir fikir olmadığı gibi, içeriğinde de alıntılar var anlaşılan. Çünkü bu duayı yıllar önce aldığım başka bir kişisel gelişim kitabında daha okuduğumu hatırlıyorum.

(Kişisel gelişim kitaplarına bir ton laf sayıp şimdi bu alıntıyı yapmak da bana kapak olsun artık, napalım. Ama inan ki felsefe kitabı diye satın almıştım o kitabı [sonuna kadar inkâr!], ne bileyim kişisel gelişim kitabı olduğunu. Vallahi bak.)

Tamam tamam. Her insan hayatımnbir döneminde gaflete düşüp hayatın anlamını öğreneceğini zannederek bu kitaplara üç beş kuruş harcar. Çünkü bu kitapların isimleri, dışarıdan bakan birine çok cezbedici ve işe yarar bilgilerle dolu gibi gözüken isimlerdir.

Neden mi?

Çünkü bu isimleri pazarlamacılar seçmiştir!

(Ne demiştik: “İmaj” her şeydir!)

“Hayatınızda Devrim Yapın”

“Bir Dilek Tutun ve O Gerçek Olsun”

“İçinizdeki Patronu Uyandırın”

“İnsanları İkna Etmenin Formülleri”

“Herkese Her İstediğinizi Yaptırın”

“Yönetmek Sanatı”

“Kendini Pazarla”

“İş Hayatında Yükselmek”

“30 Derste Girişimcilik”

“Büyük Düşünün”

“Okulda Öğretilmeyen ve Başarıya Götüren 100 Kural” “Beden Dili”

“Yüreğinin Götürdüğü Yere Git”

İsme bak. Yüreğinin götürdüğü yere git.

Vay be.

Bir pazarlamacı daha. Çok iyi gerçekten.

Üniversitede okuduğum yıllarda hep malum bir organımın doğrultusunda giderdim. Çünkü maalesef lise yıllarında fazlaca ortam bulup gidememiştim. Gayet de güzel günlerdi üniversite dönemi.

Sonra iş hayatı başladı ve çok paralar kazandım. Bu sefer de midemin götürdüğü yere gitmeye başladım. Çünkü üniversite yıllarında da maalesef buna gidememiştim.

Sana tavsiyem, yüreğini falan dinleme. Yürek dediğin şeyin bir organ olup olmadığı bile tartışmalı. Türkçeden başka bir dilde de karşılığı olduğunu sanmıyorum. Karşılığı, “kalp” değildir; İngilizcedeki “heart” da değildir. Manevi varlığı olan bir organ. Daha ziyade büyük ve güya çok erdemli duyguları ifade etmek için kullanılır. Aşk gibi, cesaret gibi…

Bir adamın aşkı veya cesareti büyükse, bunu “yürek” ile ifade eder. Bizim gibi üçüncü dünya ülkelerine uygun, ciğeri beş para etmez insanlar ve davalar için kendini feda etme duygusu içeren alaturka bir tabir.

Ne idüğü belirsiz ve tanımsız bir “yüreğin” peşinden gideceğine, gayet somut ve ele gelir bir organının doğrultusunda git. Vallahi daha güzel bir hayatm olur. Güçten düştüğün yıllarda da mideni takip edersin.

Oh mis!

İstediğini “yapmak,” sonra istediğini yemek; bundan âlâ ne var hayatta?

Güzel günler görürsün çocuğum.

Güneşli günler…

Motorları maviliklere sürersin…

Tekrar ediyorum: Kişisel gelişim safsatasına inanma. Bunlar “kapak” kitaplarıdır. Bir halta yarayan tek cümleleri zaten kapaklarında yazan cümlelerdir, o kadar. Kapak sayesinde bir güzel “imaj” yapmış ve kitabı sana çakmışlardır.

Dolayısıyla biz imajı konuşmaya devam edelim.

***

Kılık kıyafet çok önemlidir. Hem de çok.

Madem ki kendini bir mal olarak pazarlıyorsun, ambalajına dikkat edeceksin.

Bu bölümde kadınlara bir tavsiyede bulunamayacağım, çünkü onlar neyi nerde giyeceklerini hepimizden iyi bilirler. Sözüm erkeklere olacak.

Bugünlerde nedense hem iş hayatında hem de hafta sonu kıyafetlerinde dar ve vücuda oturan kesimler gözde. Dar kesim bir gömlek, dar kesim koyu renk takım elbiseler. Dar derken, aman streç gibi yapışmasın. Uygun bir kravat, ki şu aralar o da “dar” olabilir. Ve pahalı, markalı, kocaman bir kol saati uygun olacaktır.

“Kol saatine ihtiyacım yok, çünkü bilgisayarımda, cep telefonumda zaten saat var,” gibi mantık oyunlarına girişme. Kol saati önemlidir.

Kol saati seni kariyer otobanlarında sorunsuz seyahat ettiren bir HGS (Taşıt Tanıma) BeyazYalaka tanıma-tanıt-ma sistemidir.

Kol saati. Sadece bana özel, kolumda taşıyabileceğim ve bana zamanı gösteren bir icat. Sadece benim için. Oysa bugün artık kolunda taşıdığın saat, bir tek sana bir şey göstermez. Kol saati, bir ortama girdiğinde kendin gibi olanların seni fark etmesine, senin de onları tanımana yol açan bir göstergedir. Bu yüzden kocaman olanları tercih edilir ki herkes birbirini rahatlıkla bulsun, kaynaşsın.

Meslek hayatının ilk yıllarında olan bir BeyazYala-ka’nın kol saati, orta boy bir duvar saati büyüklüğündedir. Neden?

Çünkü bu adamın kendini kabul ettirmeye, tanıtmaya, çevre edinip ilişki kurmaya daha çok ihtiyacı vardır. Öncelikle “fark edilmelidir.” Dev gibi bir saatle daha rahat fark edileceğini düşünür.

Kariyerinde ilerledikçe saatin çapı da yavaş yavaş küçülmeye başlar. Ta ki bir şirkette CEO’luğa yükselene kadar. O seviyelere yükseldikten sonra saat seçimi de saç-malaşmaya başlar- Dikkat et, tüm C- seviye yöneticilerin kollarında rengârenk, hatta fosforlu renklerin kullanıldığı afili saatler vardır. Çünkü koltuk için yıllarını tüketmiş bir adam nihayet o koltuğa oturunca bir şeyi fark eder: Yitirdikleri içinde parayla yerine koyamayacağı tek şeyin “gençlik” olduğunu. Genç ve dinamik bir yaşamın en göze sokulan göstergesi, böyle rengârenk spor bir saattir.

Danışmanlık verdiğim bir şirkette, ofislerdeki tadilat nedeniyle herkes iki günlüğüne birer masayı paylaşıyordu. Karşımda tek kişilik masaya yan yana oturmuş, bilgisayarlarında bir şeyler yazan iki genç BeyazYalaka’dan birinin saati sağ kolunda olduğu için, yanındaki arkadaşıyla sık sık saatleri çarpışıyordu.

Masada yer kapma kavgasının bu teatral gösterisinde, her çarpışmada çaat diye tokuşan saatleriyle bu iki Beyaz-Yalaka, National Geographic belgesellerinde en iyi dişiyi kapmak için koca boynuzlarıyla tokuşan yabani koçlar gibiydiler.

Geriye doğru bir iki adım atıp son sürat kafa kafaya tokuşan koçlar…

Kazanan dişiyi kapacak, kaybedense hem dişiden olacak hem de uçurumun yamacından aşağı yuvarlanıp gidecek.

Kol saati ile bir şeyler anlatmaya çabalayan BeyazYa-laka’lar bana, kovboy filmi çekmek için kurulan paravan VVestern kasabalarını çağrıştırır. Sadece ön duvardan ibaret bu sahte yaşam alanlarının arkası boştur; yalnızca toprak, çakıl taşları ve otlar… Ama sorun yok. Herkes filme odaklanmıştır. Filme öylesine motive olmuşlardır ki, kimse neyin dekor neyin gerçek olduğunun ayrımmı yapamayacak durumdadır.

Fosforlu, metal, deri veya her ne ise hiç fark etmez. Önemli olan fiyatıdır. Saatin pahalı olması önemlidir. Çünkü BeyazYalaka’larm dünyasında “ucuz ve şık” diye bir durum yoktur.

Bu dünyada “pahalı olan şıktır.”

Bu kadar basit.

Neden?

Nedenini birkaç sayfa sonra konuşacağız. Şimdi kılık kıyafete devam…

Üzerine yağmurlu ve serin günlerde giyebileceğin bir trençkot. Tabii ki yine dar kesim. Belden oturacak, hatta belinde bir kemeri de olacak. Duruma göre: “sütlü kahve, bej, kırmızı, siyah ekoseli (meşhur marka)”… Bir şemsiye de kapalı vaziyette elde taşmabilir.

19. yüzyıldan bir İngiliz dedektifi gibi gözükmelisin.

Artık tüm Beyaz Yaka’lar bu şekilde, tek tipler.

Tek tip.

Çizgi romanlardan bir sahne geliyor aklıma: Vahşi Ba-tı’nın meşhur kovboyu Red Kit, beyaz atının üzerinde. Arkasındaysa Daltonlar yürüyor. Yayalar. İple ellerinden birbirlerine bağlanmışlar. Ayaklarma, ağırlık olsun da kaçamasınlar diye, zincir prangalarla birer demir gülle bağlanmış.

Red Kit, Vahşi Batı’nın yenilmez kahramanı. Bir kovboy.

Özgür. Havalı. Asi ama asla anarşist değil. Düzene pek uymuyor gibi gözüken ama kuralları da çiğnemeyen, ince kırmızı bir çizginin adamı. Boynunda kırmızı fuları ve ağzından hiç düşürmediği sigarasıyla son derece karizmatik ve çekici bir tip. Aslında bal gibi de düzenin adamı.

Ama, aması var işte.

Devlet ve kanun için çalışan ama bir amiri veya patronu olmayan rahat bir işi var. Kimseye eyvallahı yok. Günümüzde “Freelance” diye tabir edilen bir iş… Danışmanlık gibi.

Yani, senin gibi bir “mesai”si yok.

Afrika’nın meşhur Masai kabilesi, fertleri yüzyıllarca Amerika’da köle olarak çalıştırılmış bir halktır. Masai kabilesi, belki biraz geç de olsa eninde sonunda özgürlüğüne kavuşabilmişken, siz Mesai kabilesi…

Durumunuz vallahi karanlık.

Red Kit’in arkasında yürüyen Daltonlar ise dönemin mahkûm üniformalarından giyinmiş. Hepsinde sarı-siyah çizgili tulum var.

Tek tip.

Kafalarında kaçış planları, özgürlük hayalleri uçuşuyor. Ama kafa yapılarını değiştirmedikçe hep bu kıyafete ve bu kadere mahkûmlar.

Bizim hikâyemizde Red Kit, kendi işinin sahibi olan senin patronunu sembolize ediyorken; Daltonlar dostum, işte onlar seni simgeliyorlar.

Maalesef gerçek bu. Üstelik Daltonlar’a o tek tip kıyafet eyalet hapishanesi tarafmdan ücretsiz veriliyorken sen bir de mağazalara para veriyorsun. Hem de gönüllü olarak!

İşte kapitalizm efsanesi budur.

Geçenlerde televizyonda bir tartışma programı vardı. Lise ve orta öğretim kurumlarmda tek tip üniformadan vazgeçilip aynen üniversitelerde olduğu gibi kılık kıyafet serbestliği olsun mu, olmasın mı diye saatlerce tartıştılar.

Tartışmacıları ertesi gün ellerinden tutup bir üniversiteye götürmek isterdim. Bakalım gerçekten gençler birbirlerinden farklı giyinebiliyorlar mı? Yoksa kapitalizmin dayattığı imaj ve o markaların sembolü olan ünlü bazı sporcu ve pop yıldızlarının pompalamasıyla hepsi hâlâ tek tip mi?

Seminer vermeye gittiğim bir özel üniversitede neredeyse tüm genç erkekleri kırmızı veya bordo, dar kesim pantolon ve ellerinde meşhur kahve markasının yeşil karton bardağıyla gördüğüm bir günü hatırlıyorum. Çoğunun ayakkabılarını göremiyordum. Ama görebildiklerimin yanında N harfi vardı.

Hepsi aynıydı.

İç çamaşırlarını hayal etmek bile istemiyorum!

Eline Osmanlı motifli karton fincanla Türk kahvesi versen içmez, hatta bedava versen içmezler. Ama bu yeşil karton kutulu kahvenin bardağına beş dolar verip içiyorlar. Üstelik kasanın önü her zaman kuyruk.

Son zamanlarda plazalarda mantar gibi açılan bu kahve dükkânları sayesinde iş hayatının genç profesyonellerine de sirayet etmiş bir akım bu, “elde karton bardakta kahve ile yürümek.”

Zor mu? Zor. Ağzın yanıyor. Ama kimse yandığını çak-tırmamaya çalışıyor. Yemek borun ve miden yürürken alınan kaynar sıvı nedeniyle biraz pişiyor ama olsun, değer…

Susuzluk hiçbir şeydir. İMAJ her şey.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu