FED’den ilk faiz artırımı haziran ya da temmuz toplantısında gelebilir
ABD verilerinde belirgin bir bozulma olmazsa FED ‘den ilk faiz artırımı haziran ya da temmuz toplantısında gelebilir. Yılın bütününde de 0.25’er puanlık iki faiz artırımı kuvvetle muhtemel. TCMB ise ana stratejisini belirleyip itibarının daha fazla zedelenmesine izin vermeden hareket etmeli…
Haziran veya temmuzda…
“Sabırlı” değil de ne?
Geçen haftaya hemen her zaman olduğu gibi Amerikan Merkez Bankası (FED) damgasını vurdu. FED, güçlü gelen son istihdam raporundan sonra faiz artırımının ilk “somut” işaretini verdi. “İlk faiz artırımı konusunda ‘sabırlı’ olacağız” cümlesi, toplantı bildirisinden çıkarıldı. Böylelikle ilk faiz artırımının haziran ayında yapılma ihtimali gündeme geldi.
FED’in bu hamlesi piyasalar tarafından ciddi şekilde negatif algılanabilirdi. Ancak FED buna zemin bırakmadı. Toplantı bildirisine birkaç “tatlandırıcı” yerleştirerek ABD 10 yıllık Hazine faizlerinde yaşanabilecek hızlı ver sert yükselişin önüne set çekti. Tabii ki “şimdilik”.
Peki neydi bu tatlandırıcılar? FED “sabırlı” ifadesini bildiriden çıkardı. Ama soru cevap bölümünde FED Başkanı Janet Yellen “’Sabırlının çıkması ‘sabırsız’ olacağız anlamına gelmiyor” dedi.
Bu bir…
FED bildirisinde nisan toplantısında faiz artırımının gündemde olmayacağını net bir şekilde söyledi. Bu iki…
Son olarak ve en önemlisi, FED, üyelerinin 2015 yılsonu politika faizi tahminleri aşağı yönde revize edildi. Daha önce yıl sonunda politika faizinin yüzde l’in üzerine çıkabileceğini öngören FED üyeleri, mart toplantısında bunu 0.5’in hafif üzerine indirdiler. Politika faizinin şu an yüzde 0.00-0.25 aralığında olduğunu göz önüne alırsak revizyon FED’in bu yıl içinde en fazla iki defa 0.25 puanlık faiz artırımı yapmayı uygun gördüğüne işaret ediyor. Bu da üç…
Peki FED’in tatlandırıcılarını ve kelime oyunlarını da resmin içine katarak ne beklemeliyiz? ABD verilerinde belirgin bir bozulma olmazsa ilk faiz artırımı haziran ya da temmuz toplantısında gelebilir. Yılın bütününde de 0.25’er puanlık iki faiz artırımı kuvvetle muhtemel.
Kur enflasyon ilişkisi?
Dolarizasyon, yüksek enflasyon dönemlerinin ortaya çıkardığı bir eğilimdir. Ekonomik birimler, yüksek enflasyon dönemlerinde tasarruflarını yerel para cinsi varlıklardan ziyade yabancı para cinsinden varlıklarda değerlendirmeye başlarlar. Çünkü yüksek enflasyon yerel paranın satın alma gücünü eritir. Yüksek enflasyonun kalıcılaşması halinde tasarruflardaki dolarizasyon eğilimi bir süre sonra ekonomik birimler arasındaki ticarete de yansır. Kiralar, mal ve hizmet fiyatları yabancı paraya endekslenir. Bu noktada yerel paraya olan güven iyiden iyiye sarsılır.
Dolarizasyon, bahse konu yabancı para birimi tercihinin illaki dolar olacağı anlamma gelmez. Euro, yen, sterlin gibi herhangi bir “rezerv/hard currency” para birimi de olabilir. Ancak dünyada dolaşımdaki paranın neredeyse üçte ikisi dolar olduğu için dolarizasyonda genelde tercih edilen para birimi ABD Doları’dır. İnsanımızın dolara olan özel sevdası da buna eklendiğinde Türkiye’de dolar/TL kuru ayrı bir önem kazanmakta.
Bundan dolayı dolarATL kuru ekonominin “güven barometresi”
konumundadır. Kurdaki değişimin tetiklediği iktisadi etkileşimlerin yanı sıra “psikolojik” gücünü de hatırlamak gerekiyor. Kurda oynaklığın yüksek olduğu ve kontrolsüz yükselişlerin yaşandığı dönemlerde kurun sadece psikolojik etkilerinden dolayı bile yatırımcılar yatırımlarım, tüketiciler de tüketimlerini frenlerler. Haliyle psikolojik etkisi bile ekonominin yavaşlamasına neden olmaktadır.
Bugünkü yazımın ana konusuna dönüyorum, kurun enflasyon ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın politikaları üzerindeki etkisine bakacağız. Kurdan enflasyona geçişkenliğin kaynağını göreceğiz. Şimdi tabloya bakalım…
Türkiye’nin 2014 ihracat ve ithalat kompozisyonu görülüyor. 242.2 milyar dolar ithalat yapmışız. Toplam ithalatın yüzdesel olarak sadece yüzde 12’si tüketim malları ithalatı. İthalatın yüzde 88’i ise yatırım malları ve hammadde ithalatı. Şimdi kurdaki artışın ithalat üzerindeki etkilerini değerlendirelim. Önce tüketim mallan kısmıyla başlayalım.
Ne demiştik? Kurdaki yükseliş fiyat etkisinden dolayı ithal ürünleri pahalılaştırıyor. Bu doğru. Pahalılaştırıyor. Pahalılaştığı için daha az tüketim malı ithalatı yapıyoruz. Ama yapıyoruz. Örnek üzerinden gidelim. Fiyatı 1 dolar olan bir ürün ithal ediyoruz. Bu ürünü yüzde 20 kar maıjıyla iç piyasada satıyoruz. Kurun 2.30 olduğunu düşünelim. 2.30 TL’ye ithal edip 2.76 TL’den satıyoruz (2.30×1.20). Kur 2.65’e geldiğinde kar marjının yüzde 20 kaldığını varsayarsak aynı ürün iç piyasada 3.18TL’den (2.50×1.20) satılıyor. Ürünün kurdaki değişim nedeniyle iç piyasadaki TL satış fiyatı artıyor. Benzer eğilimin birçok ithal edilen ürün fiyatına yansıdığım düşünürsek kurdaki yukarı yönlü hareketler nedeniyle enflasyonun olumsuz etkilendiğini görebiliriz.
Gelelim ithalatımızın oldukça önemli bir kısmını oluşturan yatırım malları ve hammadde ithalatına… Bu kalemlerin çok önemli bir kısmı içeride üretimde kullandığımız enerji dahil temel girdilerden oluşuyor. Kur yükselişi bu gruptaki malların TL karşılığını artıyor. Ancak pahalılaştıkları için ithalatını anlamlı bir şekilde azaltamıyoruz. Çünkü bu girdiler iç piyasadaki üretim için vazgeçilemeyecek nitelikteler.
Üstelik söz konusu ithalat olduğunda Türkiye açısından dolar/TL, euro/TL’den daha önemli. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi Türkiye’nin yaptığı ithalatın neredeyse üçte ikisi dolar cinsinden. Son dönemde TL’nin dolara karşı değer kaybı euro’ya karşı yaşadığı değer kaybından belirgin bir şekilde fazla. Bu da dolar/TL’deki yükselişin içerideki enflasyon üzerindeki etkisini daha da olumsuz hale getiriyor.
Özetle, ithalatımızın önemli bir kısmının “öyle ya da böyle ithal edilmek zorunda olunan” ürünlerden oluşması ve ithalatın üçte ikisinin dolar cinsinden olması, kurdan (özellikle dolar-TL hareketinden) enflasyona olan geçişkenliğin arkasındaki temel faktörler.
TCMB’nin kendi çalışması da bunu destekliyor. Bu çalışmaya göre TL’nin her 10’luk değer kaybının enflasyona olan faturası kabaca 1.3 puanlık yükseliş şeklinde. Bir grafik bin kelimeye bedeldir. Türkiye’de kur ve enflasyon ilişkisini aşağıdaki grafik çok net bir şekilde özetliyor. “Kur yukarı-enflasyon yukarı, kur aşağı-enflasyon aşağı” ilişkisi, TCMB’nin son dönemde ciddi sıkıntılar yaşamasına neden oluyor.
Son üç yıldır potansiyel büyüme hızının (Türkiye için potansiyel büyüme hızı yüzde 4.5-5 civarıdır) altında büyüyen, önemli ihracat pazarlarının büyük bölümünde jeopolitik sıkıntılar ya da ekonomik büyüme problemleri olan Türkiye ekonomisin daha düşük faiz ortamına ihtiyacı olduğu aşikar. Ancak içinde bulunduğumuz konjonktürde (FED’in 10 yıl sonra ilk faiz artırımını yapacağı süreç) daha düşük faiz, sırasıyla daha yüksek kur ve daha yüksek enflasyonu tetiklediği için TCMB çaresiz.
TCMB’nin farklı yöne kaçan üç farklı tavşanın peşinden koşup hiçbirini yakalayamama durutnuna düşmekten ziyade ana stratejiyi belirleyip itibarının daha fazla zedelenmesine izin vermeden hareket etmesi gerekiyor. Ya “göreli olarak yüksek faiz ve göreli olarak güçlü TL” politikasına ödün vermeden devam edecek. Ya da “göreli olarak düşük faiz ve göreli olarak zayıf TL” politikasını benimseyecek.
Türkiye, düşük faiz yüksek kur modelini temel alabilir. Bu modele geçiş süreci sancılı olur. Beraberinde kurda sert oynaklık TL’de hızlı değer kaybı, maliyet tabanlı enflasyon getirir. Ancak bu ilk etkilerden sonra ekonomi belli bir dengeye yerleşir ve istikrar oluşur. Finansal sistem ve ekonomik aktörlerin yeni ekonomik modele alışması zaman alır, ama alışırlar. Hem öyle hem böyle yapmak yerine arkasında sağlam durulacak iki modelden birinin stratejik olarak kabullenilmesi ve bunun ekonomik aktörlere anlatılması gerekiyor. Aksi halde son dönemde yaşadığımız yüksek faiz-yüksek kur-yüksek enflasyon-düşük büyüme tablosuna mahkum kalacağız.