İğne Deliğinden Gelecek
(Çok sayıda insanda görülmeye başlayan zihinsel bozukluklar ve onlara eşlik eden uzaylı görüntülerinin Dünyadışı bir uygarlığın insanlarla telepati yoluyla, görüntü diliyle iletişim kurma çabalarının sonucu olduğunu fark etmiştim.)
İnsanların gördüklerinin ne kadarının halüsinasyon, ne kadarının gerçekten de uzaklardan gelen görüntüler olduğunu anlamak kolay olmayacaktı. İnsan zihni bir anda bu kadar veri yüklemesini kaldıracak şekilde tasarlanmamıştı. Hele de bu veriler Dünyadışı bir gezegendeki hayatla ilgiliyse anlamlandırmak iyice zordu. O yüzden bu sele maruz kalanların hasar görmesi ve gelen verileri başka bin bir türlü şeyle harmanlayarak yepyeni kombinasyonlar üretmesi normaldi. Yıldızlararası yolculuk yapmamızı sağlayacak gemilerin tasarımları gönderiliyorsa bile şifrelerini çözmemiz biraz uzun sürecekti.
Aynı şeyleri düşünen insanları arasında uzay-zamanı aşan nasıl bir kuantum bağlantısı kuruluyor, mesajlar anında nasıl iletiliyordu acaba? Bu sorunun cevabını bulmak bir kaç kuşak boyunca fizikçileri uğraştıracaktı muhtemelen, ama daha soruyu bile sormamıştım ki. Düşüncelerimi kimseyle paylaşmıyordum çünkü keşfimi açıkladığım anda bana yapıştırılacak yaftayı tahmin etmek zor değildi.
Onun yerine giderek artan sayıda insanı etkileyen salgını nasıl durdurabiliriz diye düşünmeye başladım, zira artık benim de bizzat görmeye başladığım bu görüntüler yalnız günlük hayatların akışını değil toplum düzenini de bozma noktasına gelip dayanmıştı. Karşımızda zeki bir uygarlık olduğuna göre onlarla iletişim kurmak mümkün olmalıydı, zaten onlar da buna uğraşıyordu muhtemelen. Ama ilk sözlüğü nasıl yazacaktık? Bana gelen tüm resimlerin birer kavrama karşılık geldiği açıktı, ama hangilerine? Üstelik resimler kelimeler gibi uç uca eklenmiyordu. Zaman bir boyutlu, uzaysa üç. Eğer karşımdakilerin kelimeleri resimler ise, cümleleri de her yöne uzayıp giden üç boyutlu balık ağları gibiydi.
Uzun uğraşlar sonunda bu dili kişisel çabalarımla çözemeyeceğim sonucuna vardım. Bu iş beni değil belki bütün insanlığın toplam araştırma kapasitesini bile aşıyordu, çünkü bizden çok daha zengin bir kavram hazinesine sahiplerdi. Yani söyledikleri çoğu şeyin dilimizde daha doğrusu zihin dünyamızda herhangi bir karşılığı yoktu. Okyanusu bardağa dolduramazdık.
Aynı meseleye tam tersten yaklaşıp bizim dilimizi onlarınkine çevirmeye kalkarsak işimiz daha kolay olabilirdi. Tıpkı bizim bir evcil hayvanın derdini anlamamız gibi, onlar da bizim ne kast ettiğimizi çok zorlanmadan anlayabilirdi, çünkü verebileceğim tüm tepkilerin toplam sayısı (onların bakış açısından) son derece sınırlıydı.
Ben de “durun” demeyi denedim. Durmak, bırakmak, vazgeçmek, geri almak ve benzeri sözcükleri bütün görüntü veri tabanlarında arattım, çıkanların hepsini yolladım. Ama maalesef kavramlar dünya kültürüyle o kadar bütünleşmişti ki, o görüntülerin de hiç biri onlara bir şey ifade etmedi.
Bunun üzerine Dünyadışı bir uygarlıkla ortak noktamızın ne olabileceğini düşündüm. Aynı evreni paylaştığımıza göre aynı fizik kanunlarına tabiydik, aynı atomlardan yapılmıştık. Onların sosyal hayatı bizimkinden çok farklı olabilirdi ama periyodik tablolarımız ortak olmak zorundaydı. Ben de hidrojenden başlayarak uranyuma kadar sırasıyla 92 elementi gözümde canlandırdım. Sanki ne demek istediğim anlaşılmış gibiydi. Bana gelen görüntüler daha çok atom, molekül ve özellikle yaşamın temeli karbonla ilgili olmaya başladı. Sonra daha karmaşık bir kavram olan -273 derecelik mutlak sıfır noktasını, yani bütün atom titreşimlerinin durduğu noktayı hayal etmeyi denedim. Bu belki de anlatmak istediğim şeye en yakın bilimsel kavramdı. Parlakken sönen yıldızlar, evrenin en ıssız yerleri, zamanın sonu, kırmızıdan maviye kayış…
Kolay olmadı. İnat ve ısrarla aylar boyunca bu görüntüleri geçirdim zihnimden. Sonunda benimle birlikte diğer insanların da rahatladığını, beyinlerini dolduran bu davetsiz misafirlerin giderek seyreldiğini gözlemledim.
Bu süre içinde bir çok farklı çare denenmişti: İlaçlar, terapi, nöral bağlantılara müdahale, doğrudan göz sinirlerine verilen zıt görüntülerle etkileri sıfırlamaya çalışma…
Doğal olarak her kesim kendi yönteminin hastalığı gerilettiğini söylüyordu.
Ben ise sırrımı kendime saklıyordum. İnsanlığı kurtarmıştım ama keşke bu dilin diğer sırlarını da çözüp onlara mesajlarını sadece ilgili bilim insanlarına (ve daha düşük dozda) yöneltmelerini söyleyebilmiş olsaydım.
ÇokluGerçek kültünün bu olaylar dizisini şöyle açıkladığını duyana kadar keyfim yerindeydi: Dünya, galaksimizin iki spiral kolundaki uygarlıkları birbirine bağlayan dev bir veri aktarım kanalının içine girmiş ve çıkmıştı.