Koene Kendi Beynini Bilgisayara Yüklemeyi Planlıyor
Ocak ayında, vizyonerlerin “hızla yaklaşan parlak ve tuhaf geleceğimizi tarif etmek amaçlı” olduğunu söylediği Transhuman Visions 2014 konferansında her şey olanaklı gözüküyor. San Francisco’nun Fort Mason Merkezi’nde, deniz kıyısındaki eski bir askeri depoda düzenlenen etkinlikte genç girişimciler, deneysel akıllı ilaçlar ve bilişsel işlevleri geliştirdiğini iddia ettikleri özel bir kremayla yapılmış kahve satıyor. Bir kadın çevrimiçi terapi hizmetleri önerirken orta yaşlı bir katılımcı beyin dalgalarını bir monitörde renkli desenler halinde gösteren bir elektrot dizisini kafasına takmış.
Sahnede ise saçları usturaya vurulmuş kapkara ve gür sakallı bir konuşmacı ev yapımı duyusal artırım konusunda konuşuyor. Dediğine göre Science for the Masses adlı bir grup çok yakında insanların yakın kızılötesi tayfı algılamasını sağlayacak bir ilaç üretecek. Kendisi de dış kulağına mıknatıslar takmış, böylece telefonuna bağlı bir manyetik bobinin titreşime dönüştürdüğü müzikleri dinleyebiliyormuş.
Ne var ki az sonra duyulacak iddiaların yanında bunların lafı bile olmaz. Seyircilerin en gerisinde oturan Randal Kroene, dikkatlice notlarını gözden geçiriyor. Siyah kargo pantolon, üstünde bir beyin resmi olan tişört ve parlak siyah çizmeler giyen gözlüklü sinirbilimci, kalabalığa sonsuza dek yaşamanın sırrını açıklamak için burada. “Bir tür olarak zamanda ve uzayda çok küçük bir yer kaplıyoruz” diyor sözü aldığında. “Çok daha büyük bir alanda etkili ve yaratıcı olabilecek bir tür istiyoruz.”
Koene’nin bunun için sunduğu çözüm basit. Kendi beynini bilgisayara yüklemeyi planlıyor. Beyni haritalayarak, beyin etkinliğini hesaplara dönüştürerek ve bu hesaplamaları koda dönüştürerek insanların silikonda öykünülmüş (emüle edilmiş) halde sonsuza dek yaşayabileceğini söylüyor Koene. “Öykünme dediğim zaman, PC’de Macintosh’a öykünülmesi gibi bir şeyden söz ediyorum” diyor. “Bir nevi, platformdan bağımsız kod”.
Dinleyicilerden ses çıkmıyor. Muhtemelen huşu içinde kalmışlar; biraz da kafaları karışmış. Onları şemalar ve grafikler eşliğinde, nörobilimdeki son gelişmeler arasında gezintiye çıkaran Koene, kendisi gibi insanlığın bir başka seviyeye çıkarılması gerektiğine inanan transhumanistlerle hep karmaşık bir ilişki yaşamış. Hollanda doğumlu nörobilimci ve nöromü-hendis, onlarca yıldır uçlardaki fikirlerini ana akım bilimle birleştirecek saygınlığı kazanmanın peşinde geçirmiş. Şimdi, bilim ona geliyor. Dünyanın her yanından araştırmacılar beynin şifresini çözmeyi öncelikli hedef belirlediler. 2013’te hem ABD hem de AB, tıpkı İnsan Genomu Projesi’nin genom bilimini ivmelendirmesi gibi, beyin bilimindeki ilerlemeyi hızlandıracak girişimlerini duyurdular. Bu detaylar halkın gözünden kaçmış olabilir fakat Koene sahneyi terk ederken herkes tanık olduğu şeyin öneminin farkında: Koene’nin “alt katmandan bağımsız zihinler”, dediği şeye ulaşmak için gereken bilgi son derece yakınımız’da.
Beyin emülasyonunun bilimkurguda uzun ve renkli bir tarihi bulunmakla birlikte, konu bilgisayar bilimlerinde de köklü bir geçmişe sahip. Sinir ağları (nöral ağlar) denilen koca bir alt alan, nörobilimin temelini oluşturan fiziksel mimariden ve biyolojik kurallardan faydalanıyor.
İnsan beyni, akson ve dendrit denen dallar sayesinde 10.000 kadar diğer nörona bağlanan, kabaca 85 milyar adet nörondan meydana geliyor. Ne zaman bir nöron etkinleşse, elektrokimyasal bir sinyal bir nöronun aksonundan diğerinin dendritine, aradaki sinapsı kullanarak atlıyor. Bu sinyallerin
toplamı beynin girdiyi işlemesini, ilişkiler oluşturmasını ve komutları yerine getirmesini sağlıyor. Birçok nörobilimci bizi biz yapan şeyin, yani duygularımızın, anılarımızın, kişiliğimizin, tercihlerimizin ve hatta bilincimizin bu desenlerde yer aldığını söylüyor.
1940’larda nörofizyolog Warren McCulloch ve matematikçi Walter Pitts, beyin etkinliğini matematik kullanarak betimlemenin basit bir yöntemini ortaya attılar. Şunu fark etmişlerdi ki, etrafında ne olursa olsun bir nöron şu iki durumdan birinde olabiliyordu: etkin ya da atıl. İlk bilgisayar bilimcileri hemen farkına vardılar ki her bir nöronun açık / kapaLı durumunu temsil etmek için prototiplerinde basit mantıksal sistemleri (l’ler ve O’larla gösterilen ikili elektrik anahtarları) kullanmaları mümkündü.
Birkaç yıl sonra KanadalI psikolog Donald Hebb, anı dediğimiz şeyin bir ağ içinde kodlanmış ilişkiler dizisinden başka bir şey olmadığını söyledi. Beyinde bu ilişkiler birden çok nöronun aynı anda ya da sırayla etkileşmesiyle meydana geliyor.
Sözgelimi, bir yüzü gördüğünüzde ve aynı anda bir isim duyduğunuzda beynin hem görsel hem işitsel alanlarındaki nöronlar etkinleşerek bağlantı kuruyor. Bu yüzü tekrar gördüğünüzde ismi şifreleyen nöronlar da harekete geçerek kişiyi hatırlamamızı sağlıyor.
Bilgisayar mühendisleri bu bilgilerden faydalanarak ilişkiler kurabilen, yani öğrenebilen yapay sinir ağları geliştirdi. Programcılar bu ağları geçmişte hangi verilerin ilişkilen-dirildiğini anımsayacak biçimde programlıyor, sonra bu iki parçanın gelecekte de bir araya gelme olasılığını hesaplıyor. Günümüzde böylesi yazılımlar bir dizi karmaşık desen tanıma görevini (örneğin müşterinin geçmiş davranışlarından çok farklı olan ve muhtemelen dolandırıcılığı işaret eden kredi kartı alışverişlerini saptama) saptayabiliyor.
Elbette hangi sinirbilimciye sorsanız yapay sinir ağlarının insan beyninin gerçek karmaşıklığını yansıtmaktan uzak olduğunu söyleyecektir. Araştırmacılar henüz nöronların birbirinden farklı etkileşim yöntemlerini karakterize etmeyi, farklı kimyasal yolların nöronların etkileşim olasılığını nasıl etkilediğini kavrayabilmiş değil. Şu anda varlığını bilmediğimiz kurallar geçerli olabilir.
Fakat böylesi ağlar Randal Koene’nin umutlarının ve düşlerinin gerçekleşmesi için kritik bir varsayımın, yani, kişiliğimizin bireysel nöronların davranışlarından ve kendi aralarındaki ilişkilerden ibaret olduğunun belki de en büyük kanıtı. Demek oluyor ki beynin çoğu etkinliği, teknoloji onları kaydedip analiz edebilecek olsaydı kuramsal olarak hesaplamalara dönüştürülebilir.
Ocak ayının sıcak bir akşamında, Koene’nin San Francisco’nun Portrero Hill semtinde kız arkadaşıyla birlikte oturduğu ikinci kattaki evin merdivenlerini çıkıyorum. Beni ağzına kadar sentezleyici ve Lego dolu küçük
bir salondan geçirip ev ofisi oluşturan büyük bir çalışma masasının durduğu bir odaya buyur ediyor. Burada bir yıldız gemisinin komuta odasının elektronik donanımı gibi yan yana dizili çok sayıda monitör ve dizüstü bilgisayar var. Gösterişli bir yer sayılmaz ama Koene de o büyük arayışın daha sadece otuzuncu yılında. Hedefin ölümsüzlük olduğu düşünülürse, sözünü etmeye bile değmeyecek bir süre bu.
Bir parçacık fizikçisinin oğlu olan Koene, zihinleri karşıya yükleme fikrini ilk defa 13 yaşında, Arthur C. Clarke’ın 1956 tarihli The City and the Stars (dilimize Şehir ve Yıldızlar adıyla çevrildi) romanında görmüş. Clarke’ın kitabı bir milyar yıl gelecekteki bir şehri betimliyor. Şehir sakinlerinin birden çok hayatı var ve yeni bedenler üretebilen bir merkezi bilgisayarın bellek bankalarında yaşıyorlar. “Sınırlarımıza kafa yormaya başladım” diyor Koene. “Sonuçta ölümlü olan bizim biyolojimiz, beynimiz. Fakat Clarke insanların bilgi olduğu, bir araya getirilip dağıtılabilecekleri bir gelecekten söz ediyor”.
Koene, bunun hayatını adamaya değer bir hayal olduğuna karar vermiş. Hedefine uzanan yolun atomların oluşturduğu desenleri yeniden meydana getirmekten geçtiğini düşündüğü için üniversitede fizik okumuş. Fakat mezuniyet zamanı gelip çattığında aslında gereksinim duyduğu tek şeyin bir dijital beyin olduğuna kanaat getirmiş. Bu yüzden de Hollanda’da Delft Teknoloji Üniversitesi’nde yüksek lisansa başlamış, burada sinir ağları ve yapay zekâ konularına odaklanmış.
1994’te Delft’te öğrenciyken büyük bir keşif yapmış Koene: Kendisiyle aynı hedefi paylaşan bir grup insan. O zamanlar yeni olan internet ortamını keşfederken Ohio doğumlu bilgisayar kurdu, çiçeği burnunda sinirbilimci ve kendi deyimiyle ölümsüzlükçü (immortalist) olan Joe Strout’un “Beyin Yükleme Ana Sayfası”na denk gelmiş. Strout, Koene’nin de hiç zaman yitirmeden katıldığı bir grup tartışması düzenlemiş ve üyeler beyinden bilgi elde etmenin teknolojik bakımdan olanaklı olup olmadığını, olanaklıysa da buna ne ad vereceklerini konuşmuşLar. İndirme mi, karşıya yükleme mi? Yoksa zihin aktarımı mı? Sonuçta “tüm beyin emülasyonu” seçeneğinde anlaşmış ve amaçlarına yarar sağlayacak kariyer hedefleri belirlemişler.
Koene, McGill Üniversitesi’nde hesaplamalı sinirbilimleri alanında doktora yapmayı yeğlemiş, daha donra da Boston Üniversitesi’nin sinir fizyolojisi laboratuvarında işe başlayıp bir bilgisayar kullanarak farelerin beyin etkinliğini yeniden oluşturmaya çalışmış. Strout ise sinir bilimlerinde derece almaya devam etmiş, sonra Saik Enstitüsü’ndeki bir hesaplamalı sinir biyoloğunun laboratuvarında çalışmış. “Elimizden gelen her şekilde araştırma problemlerini geliştirmeye çalışıyorduk” diyor. “Yaşça büyük sinirbilim araştırmacılarının sorunu, bu konuyu uluorta konuşmamaları. Ancak bira eşliğinde sözünü ediyorlar. Araştırmalarına fon bulmaya uğraşan insanlar için bu çok sınırda bir konu.”
Grup üyelerinin birçoğu o arada diplomalarını almış ve 2007’de hesaplamalı sinirbilimci Anders Sandberg (Oxford Üniversitesi’nde insan geliştirmenin biyoetiği konusunu çalışıyor), konuyLa ilgili uzmanları Oxford’un İnsanlığın Geleceği Enstitüsü’ne iki günlük bir atölyeye çağırmış. Katılımcılar insanoğlunun bir beyini başarıyla emüle etmek için geliştirmesi gereken şeylerin bir yol haritasını oluşturmuş: Yapıyı haritalama, yapının işlevle nasıl eşleştiğini öğrenme, bunu çalıştıracak donanımı ve yazılımı tasarlama.
Çok geçmeden Koene, Boston Üniversitesi’nden ayrılıp Ispanya’da bulunan ve Avrupa’nın en büyük özel araştırma organizasyonlarından biri olan Fatronik-Tecnalia Enstitüsü’ne sinir mühendisliği direktörü olarak geçmiş. “Hiç risk almadıklarını ve tüm beyin emülasyonuyla ilgili futuristik şeylerle hiç mi hiç ilgilenmediklerini anlar anlamaz tüm ilgimi yitirdim” diyor Koene. Bunun üzerine 2010’da Halcyon Molecular adlı nanoteknoloji şirketine analiz müdürü olarak Silikon Vadisi’ne taşınmış. Bu şirket aralarında PayPal’ın eş kurucuları Peter Thiel ve Elon Musk’ın bulunduğu kişilerden 20 milyon dolardan fazla toplamış. Halcyon’un hedefi düşük maliyetli DNA sıralama araçları geliştirmek olsa da, şirketin yöneticileri Koene’nin hedefini desteklemiş ve ona beyin emülasyonu üzerinde çalışmaya zaman ayırabileceğini söylemişler.
Halcyon 2012’de ansızın iflas edince Koene, beyin yükleme yanlılarının buluşma noktası haline gelecek carboncopies.org’u kurmuş. Birçok da kişiyle tanışmış. Birkaç ay içinde, kendini “sofistike yapay taşıyıcıya” yüklemeyi uman ve tüm beyin emülasyonunun bunun önemli bir adımı olduğunu düşünen Rus işadamı Dimitry Itskov’dan maddi destek sağlamayı başarmış.
Koene, yatak odasındaki komuta merkezinde bana “Yeni olan beyin emülasyonu alanının dikkate alınmasını sağlamak için temeli hazırlamalıyız” diyor. Ekranların birinde renkle kodlanmış bir çizelge açıyor. Çizelge, içleri isimlerle dolu, birbirleriyle örtüşen dairelerden oluşuyor. Bunlar da yol haritasındaki hedefleri gösteren dilimlere bölünmüş. Koene en dıştaki daireyi işaret ediyor. “Bunlar bizimkiyle uyumlu Ar-Ge hedeflerine sahip kişiler” diyor. Sonra daha küçük, içte kalan bir daireyi gösteriyor. “Bunlar da bizimle aynı kervandaki insanlar.”
Tüm beyin emülasyonunu ilerletecek olanlar transhumanistler değil, işte bu kişiler, diyor Koene. Üstelik bunu felsefi bakımdan hedefleri çok farklı olsa da yapacaklar.
Günümüzde beyin yükleme yol haritasındaki tüm temel noktalar sinirbilimin etkin birer alanı, ama sebebi tümüyle farklı. Beynin yapısını ve işlevini kavramak, doktorların insanı elden ayaktan düşüren hastalıkları tedavi etmesini sağlayabilir.
Harvard Üniversitesi’nde sinirbilimci Jeff Lichtman beynin yapısının kapsamlı bir haritasını, yani bir konektom oluşturmak için çalışıyor. Trilyonlarca aksonun, dendritin ve elektrokimyasal sinyali ileten sinapsın oluşturduğu bir ağ bu. Lichtman’ın hedefi, deneyimlerin beynin en temel düzeyinde fiziksel olarak nasıl kodlandığını anlamak. Bunun için de Lichtman’ın Laboratuvarında doktora sonrası eğitim gören beyin yükleme yanlısı Kenneth Hayvvorth’un icatlarını temel alan bir aygıt kullanılıyor. Alet fare beynini incecik dilimlere ayırıp bir bandın üstüne sıralı biçimde diziyor. Bu dilimler bir elektron mikroskopuyla taranabiliyor ve tıpkı filmleri oluşturan kareler gibi bilgisayarda izlenebiliyor.
Lichtman ile ekibi, her sinirin iplik benzeri uzantılarını bir kareden diğerine izleyerek ilginç bilgiler elde etmiş. “Söz gelimi, bir aksonun bir dendrite çarpıp sinaps yaptığını gördük ve takip ettiğimizde aynı dendritte bir sinaps daha yaptığına tanık olduk” diyor. “Orada 80 ila 90 dendrit daha olduğu halde sanki bir tercih yapıyordu. Bunu kim tahmin edebilirdi ki? Hiç kimse. Bunların gelişigüzel olmadığının kanıtı.”
Lichtman beş yıl önce bu işe soyunduğunda teknik o denli yavaşmış ki beynin bir milimetreküpü (fare beyninin binde, insan beyninin milyonda biri) için gerekli görüntüleri oluşturmak birkaç yüzyıl süreceğe benziyormuş. Şu anda ise her birkaç yılda bir milimetreküp veri işlenebiliyor. Bu yaz ise yeni bir mikroskop bu süreyi haftalara indirgeyecek. Böylesi makinelerden oluşan bir ordunun tüm insan beynini emre amade kılabileceğini dile getiriyor Lichtman.
O sırada başka bir yerde daha bilim insanları var güçleriyle sinirsel işlevleri haritalıyor. Geçtiğimiz yılın Nisan ayında ABD başkanı Obama, BRAIN girişimini (BRAIN, yeni sinir teknolojilerini ilerleterek beyin araştırması) 100 milyon dolarlık ilk yatırımla başlattı. Birçok kişi bu rakamın büyüyeceğini ve insan genomunu deşifre etmek için harcanan 3,8 milyar dolardan aşağı kalmayacağını umuyor.
Columbia Üniversitesi’nden sinirbilimci olan Rafael Yuste, BRAIN girişimine esin kaynağı olan büyük ölçekli bir beyin etkinlik haritası yapılmasını önermiş, yirmi yıl boyunca da nöronların nasıl etkinleşip birbirlerini engellediklerini takip etmek için gerekli araçları geliştirmiş. Yuste, beyin konekto-munu yola, nöronların etkinleşmesini ise trafiğe benzetiyor. Nöronların devrelerde nasıl etkinleştiğini ve bu devrelerin nasıl etkileştiğini bularak, şizofreni ve otizm gibi hastalıkların gizem perdesinin kaldırılabileceğini söylüyor. Bu, daha fazlasını da gözler önüne serebilir. Yuste, kişiliğimizin beyin etkinliğinin trafiğinde gizli olduğu görüşünde. “Kişiliğimiz bundan ibaret” diyor. “Kafatasımızın içinde sihir mihir yok. Sadece ateşlenen nöronlar var.”
Bu elektriksel impulsları incelemek için bilim insanlarının nöronların etkinliğini kaydetmesi gerekiyor ancak günümüz teknolojisini oluşturan mikroimalat teknikleri önlerinde engel oluşturuyor. Sinir mühendisi Ed Boyden MIT’deki laboratu-varında şu an kullanımdakinden yüz kat daha yoğun elektrot dizileri geliştiriyor. Berkeley’deki California Üniversitesi’nde ise bir grup bilim insanı adına sinir tozu (nöral toz) denilen ve ileride bir gün kortekse yerleştirilerek kablosuz beyin – makine arabirim oluşturacak nano ölçekli parçacıklar yapılmasını öneriyor.
Bu araştırmacıların bulguları, gözü daha yükseklerde bir hükümet girişiminin önünü açabilir: Avrupa Birliği’nin İnsan Beyni Projesi. 1,2 milyar avro desteği bulunan ve 130 araştırma kurumu tarafından desteklenen bu proje, insan beyninin çalışmasına ilişkin bugün bilinen her şeyi içerecek bir süper-bilgisayar simülasyonu oluşturmayı hedefliyor.
Koene tüm bu gelişmeler yüzünden heyecanlı. Ancak en çok da hayvanlar üzerinde test edilmekte olan bir beyin simü-lasyon teknolojisinin yolunu gözlüyor. 2011’de Güney California Üniversitesi (USC) ile Wake Forest Üniversitesi, dünyanın ilk yapay sinirsel implantını (bir sıçanın kendi beyninden sinyal almışçasına tepki vermesini sağlayan, elektriksel etkinlik üreten bir aygıt) yapmayı başardılar. Bu çalışmanın başını çeken USC’li biyomedikal mühendisi Theodore Berger, “Hip-pokampustaki belirli bazı nesnelerin sinirsel kodlarını, yani mekânsal zamansal etkinleşme desenlerini deşifre edebildik” diyor. “Bu büyük bir sıçrama.”
Bilim insanları uzun dönem hafızasının hippokampusun iki böLgesinde elektrik sinyallerini tümüyle yeni sıralamalara dönüştüren nöronlarla ilişkili olduğunu düşünüyor. Bu sinyaller daha sonra beynin diğer bölgelerine iletiliyor. Berger’in ekibi belli bir hafıza görevini yerine getirmek için eğitilmiş sıçanlarda gelen ve giden sinyalleri kaydetti, sonra bir bilgisayar yongasını gerektiğinde giden sinyalleri yeniden üretecek biçimde programladı. Sıçanların hippokampusundaki katmanlardan biri yok edilince hayvanlar görevi yerine getiremediler. Fakat sinir implantı takılınca tekrar yapabildiler.
Berger ve ekibi o günden sonra primatların hippokampus bölgesinde ve prefrontal korteksteki bazı diğer nöron gruplarının etkinliğini yeniden oluşturabildi. Bilim insanı, bir sonraki adımın bu deneyi daha karmaşık anılar ve davranışlarla tekrarlamak olduğunu söylüyor. Bu amaçla araştırmacılar implantı nöbetlere yol açan hippokampus bölgesi operasyonla alınmış epilepsi hastası insanlarda denemeyi hedefliyor.
“Ted Berger’in deneyi ilke itibariyle bilinmeyen bir devreyi ele alıp analiz edebileceğinizi, sonra da yerine onu taklit eden bir şey koyabileceğinizi gösterdi” diyor Koene. “Tüm beyin çok sayıda ve birbirinden farklı devreden ibaret.”
O akşam Koene’yle birlikte San Francisco’nun 50 km kadar dışında, Petaluma’da bir ofise gittik. Üstüne “odaklan” ya da “hayal gücü” gibi sözcükler yazılmış, Alp dağları zirveleri ve tropik günbatımı posterleriyle süslenmiş, loş bir tuğla binaya girdik.
Noel Baba’yı andıran, ağır bir Fransız aksanıyla konuşan ak saçlı eski IBM mühendisi Guy Paillet, çok geçmeden konferans salonunda bize katıldı. Paillet ve ortağı beynin fiziksel mimarisini temel alarak yeni bir tür tutumlu bilgisayar yongası geliştirmişler. Bu başarıları yüzünden de Koene’nin şemasında yer alıyorlar. Koene, onların son durumunu öğrenmek istiyor.
Paillet, Güney Fransa’da iflas etmek üzere olan bir bilgisayar yongası fabrikasını satın almak için pazarlık aşamasında olduklarını söylüyor. Koene’ye bilimsel danışman olarak çalışıp çalışamayacağını, ilgili bir projede fon toplayıp toplaya-mayacağını soruyor. Koene koltuğunda huzursuzca kımıldıyor.
“Aklıma bir şey geldi” diyor. “Yonga üretim işine giriyorsunuz.
Şu sıralar Berkeley’deki California Enstitüsü’ndekiler de yeni türden sinir arabirimleri üretiyor. Prototiplerini çalışır hale getirebildiklerinde acaba sen…”
Koene onların aygıtını da üretebilir misiniz diye soramadan, “Harika fikir!” diye atılıyor Paillet.
Otoparktan çıktığımız sırada Koene’nin içi içine sığmıyor.
Onu, işini layığıyla yaparken gördüm. “Benim yaptığım da bu işte” diyor. “Kendi kişisel hedeflerine ulaşmaya çalışan sayısız laboratuvar, sayısız araştırmacı var.” Dediğine göre asıl zor olan beyin yüklemeye faydası dokunabilecek hedefleri belirleyip onları bu konuda teşvik etmek. Araştırmacı yardım istese de, istemese de.
Birçok bilim insanının Koene’yle çalışmak ya da ondan fikir almak istediği bir gerçek. Bu, özellikle de geçtiğimiz yılın bahar aylarında MIT, Harvard, Duke ve Güney California Üniversiteleri gibi türlü kurumlardan bilim insanları New York’taki Lincoln Merkezi’ne, Koene’nin Rus işadamı Itskov’la düzenlediği iki günlük kongreye geldiğinde anlaşıldı. Global Future 2045 (küresel gelecek) adlını taşıyan konferansın hedefi zihinleri sanal bedenlere nakletmenin gereksinimlerini ve etkilerini araştırmaktı.
Ancak katılımcılardan bazıları daha sonra kendilerini etkinliğin belirttiği “ruhani bilimsel ve teknoloji” vizyonundan uzaklaştırdı. “Fon sağlayabilecek ve önemli soruları araştıran konulara yatırım yapabilecek kişileri getirmeye çalışıyorduk” diyor nöral toz üzerinde çalışan Berkeley’li sinirbilimciler-den biri olan Jose Carmena. “Bu, amacımızın aynı olduğu anlamına gelmez. Sadece bazı hedeflerimiz benziyor, örneğin mümkün olduğunca fazla nöron kaydetmek. Beyni anlamayı hepimiz istiyoruz. Sadece biz, bilgisayara aktarabilmek için bunu istiyoruz.”
Carmena’nın ketumluğu başka araştırmacılarda da göze çarpıyor. Hatta bazılarına beyin yüklemenin teknik bakımdan olanaklı olup olmadığı konusunda fikirlerini sorduğumuzda paniğe kapılıyorlar. Ne kadar kalifiye ve tedbirli olurlarsa olsunlar, yorumlarının beyin yüklemeye destek zannedilebileceğinden korkuyorlar. “Beyni anlamakla beyin yapmak arasında dağlar kadar fark var” diyor Yuste. “Az çok anLadığımız ama benzerini yapamadığımız nice şey var.”
Söz gelimi beynin donanımını taklit etmek çok kritik önem taşıyor. “Kuantum fiziğinde olduğu gibi yapısı itibariyle olasılıksal (stokastik) süreçler olabilir ve bu yüzden yeniden oluşturamayabiliriz.”
Harvard’dan Lichtman ise konuya dair daha rahat konuşuyor. “İlerledikleri yolda yeni bir fizik kanunu icat etmeyeceklerinden emin değilim” diyor. “Tümüyle olanaksız değil. Tıpkı bir köpeğe, inek başı nakletmek gibi. Bilimkurgudan fırlamış bir fikir olabilir ama silikondan yapılmış bir beyin fikri bana hiç de çılgınca gelmiyor.” Hatta bu hareketin sinirbilimin gelişmesine yardımcı olduğunu düşünüyor ve eski doktora sonrası öğrencisi Hayvvorth gibilerinin başarıya ulaşmasını umuyor. Sonsuza yaşamak için değil, beyindeki işlev bozukluklarına çare bulmayı hızlandırsın diye.
Hayvvorth ise şu an Hovvard Hughes Tıp Enstitüsü’nün Janelia Farm Araştırma Kampüsü’nde kıdemLi bilim insanı olarak çalışıyor. Konekto-mi alanının önde gelen isimlerinden olan Hayvvorth, beynin şu anda mümkün olandan çok daha büyük kısımlarını hassas biçimde görüntüleyecek teknikler geliştiriyor. Aynı zamanda, emülasyon teknolojisi yetişene kadar beyni koruyacak yöntemler geliştirene ödül veren Beyin Koruma Vakfı’nın kurucusu. “Bunun tartışmalı bir konu olduğunu biliyorum” diyor. “Birçok bilimsel kurum da konunun içine çekilmeyi istemiyor. Durumun ileride değişmeşini umuyorum.” Bir yandan da birçok bilim insanı beyin yükleyicilerin hedefinden daha temel bir soruyu soruyor: Amaç ne? Lichtman’ın vurguladığı gibi, bilgisayar kodunun sınırları içinde sonsuza dek var olmak çok sıkıcı bir hayat.
Günün daha erken saatlerinde Strout’un ilk tartışma grubunun üyelerinden Todd Huffman’a arayışlarının sonucunun gerçekten ölümsüzlük olup olmadığını sormuştum. Koene’yle birlikte, otomatik beyin dilimleme ve görüntüleme teknolojileri için risk sermayesi desteği alan Huffman’ın şirketine uğramıştık. Huffman çıplak ayakla dolaşıyordu, ayaklarında pembe ojeleri, gür bir sakalı ve sahte mohavvk kesimi, boyalı saçları vardı.
“Çok benmerkezcil ve bireyci bir tanım bu,” diye yanıt verdi. “Bugün yaşayan insanların düşünce yapılarına bakarak insanlık tarihini ve insan olmanın ne olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Eğer insan yaratıcılığını, güdüsünü ve farkındalığını somut nesnelerle çalışır gibi alıp işleyebilirsek, insan olmanın ne olduğunu bulur, bunu bir başka maddeye taşır ve tek başımıza yapamadığımız şeyleri yapabiliriz. Bir tür olarak, evrimimizin devamını istiyoruz.”
Koene’nin de katıldığı gibi, beyin yükleme insanlığın evrimleşmesiyle, kirlettiği gezegenin sınırlarını terk etmesiyLe ve organik bir bedenle dene-yimlemesi mümkün olmayan şeyleri özgürce tatmasıyla ilgili. “Örneğin, gerçekten güneşin yanına sokulmak nasıl bir şey olurdu?” diye soruyor. “Sadece dünyayı değil, evreni keşfetmek ilgimi çektiği için bu işe girdim. Şu anki yapımızı oluşturan biyolojik bedenlerimiz zamanın ve mekânın belli bir boşluğunda yaşamak üzere seçilmiş. Ama bunun ötesine geçebilirsek hayal bile edemediğim şeyler yapabiliriz.”