Kurumici Girişimcilik Asla Bir Fiyasko Olmamalı!
Çok sayıda büyük şirketimizin son birkaç yıl içerisinde kurumiçi girişimcilik (intrapreneurship) programları başlattığını görüyoruz. Başta büyük bankalar olmak üzere, şirketler yeni fikirler bulmak için çalışanlarını girişimci olmaya teşvik eden ödüllü yarışmalar organize ediyor. Peki, yapılan bu programlar ve yarışmalar sonunda elde edilen çıktı ne durumda? Kurumiçi girişimcilik konusunda başarı hikayelerimiz var mı? Yoksa şimdiye kadar yapılanlar tam bir fiyasko ile mi sonuçlandı? Uzun süredir çeşitli sektörlere şirketlerin kurumiçi girişimcilik stratejileri geliştirmelerine ve bu stratejilerini uygulamalarına destek oluyoruz. Tespitlerim doğrultusunda, hangi noktalarda iyileştirmeler yaparak sistemi daha iyi hale getirebileceğimizi size örnekler vererek anlatacağım:
Türkiye’de başarı genellikle takdir edilmez, kıskanılır. ‘Gamechanger’ olmak, büyük bir savaşa girmekle mümkündür. Kurumiçi girişimciliğin temel hedefi nedir? Örnekle açıklamak gerekirse; şirketteki 5 bin kişi arasından birinin müthiş bir fikir bulup bunu projelendirmesi, ticarileştirmesi ve şirkete yüksek marjinal fayda sağlar hale getirmesidir. Cümleye dikkat ederseniz, (1) 5 bin kişi arasında en iyi fikrin sahibi sîzsiniz (2) fikriniz sayesinde şirketinize yeni gelir kaynakları yarattınız veya marka değerinin artmasına katkı sağladınız, işte tam bu noktada Türkiye’deki büyük kurumlarda ‘gamechanger’ yani oyunu değiştiren kişi olmanın getirdiği zorluklara hazır olmanız lazım. Başkalarının başaramadığını sizin yapıyor olmanız maalesef hak etmediğiniz şeylerle karşılaşmanıza sebep olabilir. Silikon Vadisi’nde şirketlerin inovasyon performansının devamlı yüksek kalmasını sağlayan ana unsur, çalışanlar arasında gece gündüz süren şiddetli rekabettir. Rekabet, Silikon Vadisi kültürünün temel yapı taşıdır, kişiler için kendini ispatlamak, ses getirmek, fark yaratmak demektir. Türkiye’de ise rekabet, birinin ayağını kaydırmak, birinin önünü kesmek ve kendi koltuğunu korumaya çalışmak demektir. Durum böyle olunca çalışanların bencilleşmesi ve yeniliklere direnç göstermesi son derece normaldir. Siz, tepe yönetimin desteklediği müthiş fikrinizi heyecanla uygulamaya çalışırken, şirketteki kişilerin bazıları sürekli sizi demotive etmeye, size zorluklar çıkarmaya çalışır. Söylenenlere kulak asmamanız, hedefinize ulaşmak için önünüzü tıkayanları gerekiyorsa ezip geçebilecek iradeye sahip olmanız çok önemlidir.
Şirket, doğru bir ödüllendirme mekanizması sunmazsa kimse iyi fikirle ortaya çıkmaz, iyi bir fikri olsa bile bunu şirketle paylaşmaz. ABD ve Hollanda gibi ülkelerde yürütülen kurumiçi girişimcilik programları ile Türkiye’de yürütülen programları karşılaştırdığımızda çalışanların ödüllendirilmesi noktasında çok ciddi farklılıklar olduğunu görüyoruz. Yurtdışında fikir sahipleri hisse opsiyonu ile ödüllendirilirken, Türkiye’de 15-20 bin TL’lik bir defaya mahsus ödüllerle veya 1-2 maaşa denk gelecek primlerle konunun kapatılmaya çalışıldığına şahit oluyoruz. “Ben fikrin sahibiyim, gece gündüz uğraştım ve holdingimizin cirosuna 100 milyon TL’lik katkı sağlayacak yeni bir iş sahası yarattım” diyen bir kişinin ya cirodan pay alması, ya da bu 100 milyon TL’lik iş yeni bir tüzel kişilik üzerinden yürüyecekse bu tüzel kişide sembolik bile olsa yüzde yarım veya yüzde bir hisse ile ödüllendirilmesi gerekmektedir. Ödül konusunda küçük düşünen kurum daha ilk dakikadan çalışanların getireceği potansiyel iş fikirlerinin hem niceliğini hem niteliğini düşürmektedir. ABD’deki teknoloji şirketlerinde maaşlı çalışıp, 4-5 sene sonra on milyonlarca dolar servete ulaşan gençler masaya koydukları yeni iş fikirlerinin sahiplenilmesi ve doğru ödüllendirilmesi sayesinde bu sıçramayı yapıyorlar. Sonuç ne oluyor? Kişi 30 milyon dolar servete ulaşsa bile senede 400-500 bin dolar maaşla hala o şirkette çalışan olarak kalmaya devam ediyor, çünkü sağladığı her yenilik ve ortaya çıkardığı her yeni ürün onun servetine 5-10 milyon dolar daha ekliyor. Ama ödül doğru ayarda verilmediğinde ne oluyor? Çalışan bu fikrini şirketle paylaşmıyor, ya fikrini dışarıda hayata geçirmeye çalışıyor, ya da fikrin zorluklarından korkup defteri erkenden kapatıyor…
Kurumiçi girişimcilik diye tutturup bize rakip olacak yeni şirketlerin doğmasına sebep olmayalım” korkusu. Karşılaşılan problemlerden bir tanesi de, kişilere yenilikçi fikirler üretme ve bu fikirler üzerinde çalışma konusunda serbest ortam sağlandığında işin sonunun nereye varabileceği ile ilgili endişeler duyulmasıdır. Neticede fikir üzerinde çalışan kurucu kadro her an ‘start-up dünyasının’ cazip görünen tarafına kaymak isteyebilir. Örneğin, bir yazılım şirketinde çalışan dört kafadar topluca istifa edip fikirlerini dışarıda şirketleştirmek ve ayrıldıkları şirkete rakip olmak isteyebilir. Peki bu, kurumiçi girişimciliğin getirdiği bir risk midir? Bence hayır, bu zaten 7 gün 24 saat var olan bir risktir. Çalışanlar her an işten ayrılıp kendi rakip şirketlerini kurabilir. Şirketin dar bir bakış açısıyla bu gibi endişeler sebebiyle kurumiçi girişimciliğin önünü tıkaması çok yanlış olacaktır.
Girişimciliği sadece PR faydası sağlamak için yapıyor olmak doğru değil. Girişimcilik konusunda adını ön plana çıkarmaya çalışan bazı şirketlerin aslında girişimcilik anlamında pek bir iş yapmadıklarına da şahit oluyoruz. Etrafta birçok ‘girişimci destek programı’ var. inanın çoğunun içi boş. Girişimcilere vakit kaybettirmekten başka bir işe yaramıyorlar. BUBA’da ekosisteme getirmeye çalıştığımız büyük bir fark var. Garanti Bankası ile birlikte yürütmekte olduğumuz GarantiPartners Girişim Hızlandırma Programı, 2016 yılında girişimcilere çok önemli destekler aktarıyor olacak. Çok yakında müjdelerimizi tüm ekosistem geneline duyuracağız.
Bu ayki yazımı kısaca özetleyecek olursam; kurumiçi girişimcilik konusu 21’inci yüzyılın dev şirketlerinin kaçırmak istemeyeceği bir konudur. Faydaları tartışılmazdır. En önemli husus doğru bir işleyiş ve ödüllendirme mekanizmasıyla uygulanmasıdır.
Cem Ener
Direktör-BÜMED Business Angels / BUBA