Özgür İrade Gerçek mi Yoksa Yanılsama mı?
Bilim insanlarından çarpıcı açıklamalar
TARİHTEKİ İLK BİLİM adamlarından Demokritos, 2400 yıl önce atomların farkına varıp onları doğanın “bölünemez özleri” olarak tanımladığında varoluşla ilgili kesin bir görüş ortaya koyarak evrendeki oluşuma bir zorunluluğun egemen olduğunu ileri sürmüştü. Demokritos’a göre atomlar, hareketleri önceden belirtenmişçesine davranıyordu. Böylece alternatif bir gelecek oluşması ihtimali ortadan kayboldu. Bu durum beraberinde determinizmi de getiriyor, gelecekte olacak her şeyin bugünden belli olduğu ve bu durumda özgür irade diye bir şeyin olamayacağı sonucuna bağlanıyordu. O zamandan bugüne aralıksız devam eden tartışmalar son 250 yılda iyice alevlendi ve soru da zaman içinde değişerek yeni bir form kazandı: Ne kadar özgürüz?
Bu soruyu 200 yıl önce sorsaydık, New-ton fiziğinin kurallarına göre cevap verir, evrendeki tüm parçacıkların hareketlerinin tahmin edilebilir olduğundan yola çıkarak bizlerin de bu duruma dâhil olduğunu görürdük. Sonuçta özgür iradenin bir yanılsama olması gerektiği sonucuna ulaşırdık. Ama Demokritos’un ve hatta Newton’m bilmediği bir şey vardı: Artık evrenin bir makine gibi değil, kuantum seviyede gerçekleşen ve önceden net bir biçimde bilinemeyen bazı mekanizmalarla işlediğim biliyoruz. Yani özgür irade tekrar gündeme gelmiş oluyor. Kuantum mekaniğine göre katı determinizmden bahsetmek mümkün değil. Evren, fizik kanunları gereğince belli bir oranda determinist davranıyor olsa da atomun ve alt parçacıkların davranışları rastlantısallığın önüne set çekmiyor.
Peki, atomlar düzeyindeki bu belirsizlik ve insanın gerçek özgürlüğü arasında bir bağlantı var mı?
Laplace’in şeytanı, Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, Schrödinger’in kedisi ve Kelebek Etkisi
Fransız filozof Rene Descartes, beden-zihin ayrımını temel alan Kartezyen Düşünce’yi ileri sürdüğünde modern bilimlerin temelini oluşturacak dualistik bir yapı sunmuştu. Böylece dini inanışlar ve akıl-mantık arasına kesin bir çizgi çekilip laik bir duruşla bilimin sadece ikinci kısmı inceleyebileceği ortaya konmuş oldu. Özgür irade ve ahlaki seçimlerimiz de birinci kısımda yer aldığından, ne olduğu ve nasıl çalıştığı konusu çok uzunca bir süre sadece felsefi yaklaşımlarla irdelendi. 19 Yüzyıl’da Newton mekaniği ve Kartezyen Düşünce’yi birleştiren determinist yapı, Fransız matematikçi Marquis de Laplace tarafından tekrar yorumlandı. Olasılık teorisini matematikte ilk kez kullanan bilim insanı olan Laplace, evrendeki her atomu, tüm geçmiş ve geleceği bilen bir varlığın mevcudiyetini ele alan düşünsel bir deney oluşturmuştu:
Evrenin şimdiki halini geçmişin sonucu ve geleceğin nedeni olarak ele alabiliriz.
Bir an için evrenin tüm güçlerinin ve bunu oluşturan tüm varlıkların konumlarını anlayabilen bir canlı olduğunu düşünelim. Ve bu canlı tüm verileri inceleyebiliyor; aynı anda evrendeki en büyük varlıklardan en küçük atomlara kadar her şeyi hesaplayabiliyor. Öyleyse şu sonuca ulaşırız: Hiçbir şey belirsiz değildir ve gelecek de aynı geçmiş gibi onun gözlerinin önündedir.
Bilim dünyası burada sözü edilen sanal varlığa Laplace’ın Şeytanı adını verdi. Laplace’m Şeytanı bizim şans olarak tanımladığımız rastlantısal olayları açıklamaya yönelik kurulmuştu. İddiası da şuydu: Evrendeki tüm bilgiye ulaşabilen bir canlı her şeyi bilerek hareket edeceği için özgür iradesini kullanamaz. Çünkü özgür iradeden bahsedilebilmesi için ortada bazı bilinmeyenlerin olması, iç güdülerle ve mantıkla bir seçimin yapılıyor olması gerek. Dolayısıyla gelecek pratikte bilinemez (biz bilemeyiz) ancak teoride bilinebilir. Örneğin, elimizde bir bozuk para var ve havaya attığımızda yazı mı yoksa tura mı geleceğini bilemiyoruz. Laplace’a göre; aslında para havaya fırlatıldığı anda ne geleceği bellidir ve bu hesaplanabilir. Ama biz bu faktörleri hesaplayamıyoruz çünkü hatasız bir denklem kurabilmemiz mümkün değil. Dolayısıyla sonucun rastlantısal olduğunu sanıyoruz. Olaylar bize öyleymiş gibi görünseler de Laplace’a göre aslında hepsi önceden belirlenmiş yasalarla meydana gelmekte. Bu düşünce sistemi determinizmin bel kemiğini oluşturuyor, “Her şey belirlidir ve kendinden önceki bir sebebin sonucudur. Biz bunu bilsek de, bilmesek de” diyordu.
Laplace’ın özgür iradeyi yok sayan düşünce deneyine bilim çevrelerinden itiraz yağmıştı ama aslında yaklaşımı zamanın bilimsel verileri çerçevesinde oldukça mantıklıydı. Ancak 1926’da kuantum fiziğinin yaratıcı aktörlerinden biri olan dünyaca ünlü fizikçi Werner Heisenberg, Laplace’ın Şeytanı’m Belirsizlik İlkesi ile çürüttü: Kuantum mekaniğine göre doğadaki hiçbir parçacığın hem konumu hem de hızı aynı anda tam bir doğrulukla bilinemez. Birini ne kadar kesin bilirsek diğeri o kadar belirsiz olur. Çünkü kuantum fiziği girişim deneylerinde fizikçiler parçacıkların yerini bulmak için üzerlerine ışık tuttuklarında ışığın fotonları parçacıkların hızını değişime uğratır. Özetle bir parçacığı değişime uğratmadan gözlemlemek mümkün değil. Evren de bu parçacıklardan oluştuğundan, hiçbir şeyin tam bir kesinlikle bilinebilir olamayacağı anlaşılıyor.
Heisenberg’in ardından fizikçi Erwin Schrödinger de hepimizin Schrödinger’in Kedisi olarak bildiği benzer bir düşünce deneyi ortaya attı. Schrödinger’in sorusu şöyleydi:
Kapalı bir kutudaki kediyi radyoktif bir atom, bir şişe siyanür gazı ve atom harekete geçtiği anda çalışmaya başlayan bir çekiçle bırakırsak ne olur? Atom harekete geçer ve çekiç çalışırsa şişeyi kıracak ve kedi siyanürden ölecektir. Atom harekete geçmezse kedi yaşar. Ama biz kutuyu açana dek atom ne hareketli ne de hareketsizdir, aynı anda iki farklı olasılık da geçerliliğini korur. Öyleyse kutu kapalıyken kediye ne olur?
Schrödinger, kuantum teorisine göre; biz kutuyu açana dek kedinin hem ölü hem de canlı olacağını, kutu açıldığındaysa ya ölü ya da canlı olmak zorunda kalacağını ifade ediyordu. Tıpkı bir atom altı parçacığın, biz konumunu tespit edene dek aynı anda iki farklı yerde olabileceği gibi. Yani Laplace’m deneyi temellerinden sarsılmış, evrendeki tüm bilgiye sahip olup hepsini aynı anda işleme koyabilecek tek şeyin evrenin kendisi olduğu ispatlanmıştı.
Kaos Teorisi’yle ünlenen matematikçi Edward Lorenz de benzer bir düşünce deneyi yaratarak daha farklı bir yaklaşım sundu. Lorenz’in Kelebek Etkisi, karmaşık sistemlerde gerçekleşebilecek en ufak bir oynamanın çok büyük ve öngörülemez etkiler doğuracağım söyler. Örneğin, Amazon Ormanları’nda bir kelebek kanat çırpacak olsa, buradan başlayan zincirleme etkiyle dünyanın bambaşka bir yerinde fırtına kopabilir. Özetle gelecek, oldukça hassas bir terazi gibidir çünkü sistemi etkileyen parametreler çok fazla ve değişkendir. Bu parametrelerin değişken oluşu ve aralarmdaki etkileşim, sistemin kendisinden bile daha karmaşıktır. Dolayısıyla bu teori iki tarafı da haklı çıkaran bir fikir öne sürer: Eğer tüm parametreleri biliyor olsaydık kısa vadeli tahminleri tam bir kesinlikle yapabilirdik. Ancak söz konusu uzun vadeli tahminler olunca değişkenleri bilmek de hesaplamak da mümkün değildir. Özetle evren bizim için kısa vadede determinist, uzak bir geleceğe odaklanıyorsak belirsiz olabilir.