Özgür İrade Gerçek mi Yoksa Yanılsama mı?
Kelebek Etkisi
Matematikçi Edward Lorenz, karmaşık sistemlerde gerçekleşebilecek en ufak bir oynamanın çok büyük ve öngörülemez etkiler doğuracağını söylemişti. Örneğin. Amazon Ormanları’nda bir kelebek kanat çırpacak olsa, buradan başlayan zincirleme etkiyle dünyanın bambaşka bir yerinde fırtına kopabilir. Özetle gelecek, oldukça hassas bir terazi gibidir.
Amerikalı filozof ve bilim insanı Daniel Dennett, evrenin ve insan beyninin çalışma mekanizmasının determinist olduğunu ancak buna rağmen özgür irade olarak adlandırabileceğimiz bir seçim özgürlüğüne sahip olduğumuzu düşünüyor.
Yaşayan en ünlü fizikçilerden biri olarak kabul edilen Sör Roger Penrose determinist bakış açısına tamamen karşı. Penrose, bilinci anlamanın yeni fiziği bambaşka bir boyuta fırlatacağını, eğer bir gün formüle edilebilirse kuantum mekaniğiyle eşdeğer bir alanla karşı karşıya kalacağımızı söylüyor.
Özgür iradenin doğası ve kuantum teorisi
Kuantum mekaniği denklemleri, ne olacağı konusunda değil, hangi olasılıkların gerçekleşebileceği hakkında bilgi verir. Diğer bir deyişle; bu denklemler determinizmi ihlal eden rastlantısal durumları ortaya çıkarıp dikkatimizi farklı bir yöne çekiyorlar. Ancak fizikçi Carlo Rovelli (Aix-Marseille Üniversitesi, Fransa), özgür iradenin kuantum mekaniği ve belirsizlik ilkesinden bağımsız olarak ele alınması gerektiğini düşünüyor: “Kuantum mekaniği denklemlerinde şahit olduğumuz bu olay tamamen şans sayılan rastlantısal faktörleri ortaya koymakta. Ancak insanın seçme özgürlüğü şans faktörünü elimine edebiliyor.”
Rovelli’ye göre; gelişigüzellikten bir seçme özgürlüğü geliştirecek kadar ilerlemiş sistemler için kesinlikle kuantum belirsizliğine bakmaya gerek yok. Dolayısıyla insan gibi karmaşık bir sistem söz konusu olduğunda belirsizliğin sebeplerinin kuantum mekaniğinden bağımsızlaşmaya başladığım öne sürüyor. Fizikçi, öncelikle seçme özgürlüğünü tanımlamamız gerektiğini düşünmekte. Örneğin akşam yemeğinde ne yiyeceğimize karar verebiliyor olmamız, dışarıdan dayatılan herhangi bir güçten bağımsız olarak hareket edebildiğimizi gösteriyor. Çünkü alternatifler arasından seçim yapabiliyoruz. Böylece her bir durumun artı ve eksilerini değerlendirmiş oluyoruz. Ancak seçenekler nereden gelirse gelsin onlar arasından bir seçim yapacak olan yine biziz. Dolayısıyla bu seçimin içsel faktörlerle şekillendiğine, yani özgürce seçim yaptığımıza inanıyoruz. Peki gerçekte ne kadar özgürüz?
Bilinç ve zihin felsefesiyle ilgili araştırmalarıyla tanınan Amerikalı filozof ve bilim insanı Daniel Dennett da konuya tıpkı Rovelli gibi yaklaşıyor ve özgür iradenin fizik bilimiyle değil de daha ziyade evrimsel biyolojiyle açıklanabilecek bir durum olduğunu söylüyor. Çünkü diğer türlerin aksine bizler sadece sebepler üzerinden harekete geçmiyor, seçimlerimizin nedenlerini hem kendimize hem de başkalarına izah edebiliyoruz. Ona göre; kendimizde bulduğumuz bu güç nedeniyle aslında biyolojik kısıtlamalar ve zorunluluklar içinde hareket ettiğimizi göremiyoruz. Rovelli de Dennett’ın bu sözlerine vurgu yaparak, her birimizin biyolojik bir yazılıma sahip olduğunu, seçimlerimizin yazılım elverdiğince özgür olabileceğini söylüyor. Ancak şunu da hatırlatarak: “Beyin öyle bir makine ki milyarlarca nöronun bir arada çalışmasıyla tüm olasılıkları değerlendirme gücüne sahip. Dolayısıyla belli bir çerçevede hareket ediyor olsak bile beynimizin deterministik bir yapıda çalışmadığı ortada.”
Kuantum mekaniğinin katı determinist bakış açısında koca bir delik açtığı doğru. Ancak belirsizliklerin beyinde rastgele nöron aktivitesi yaratıp yaratmadığı bilinmiyor. Böyle bir durum ispatlanmış olsaydı bile, bunun özgür iradenin net bir işareti olduğunu söyleyemezdik. Yine de Rovelli’nin, zihnin kuantum mekaniğinden bağımsız olduğu iddiasında yanılıyor olabileceğini gösteren bazı araştırma sonuçları mevcut. Örneğin Calgary Üniversitesi’nde hesaplamalı kimya alanında araştırmalar yapan Dennis Salahub 2009 yılında yayınladığı bir çalışmada proteinler arasında da kuantum uyumluluğu (quantum coherence) olduğunu ve bu sayede elektron transferi yapıldığını göstermişti. Aynı şey beynimizdeki proteinler için de geçerli. Elektronlar kuantum seviyede inanılmaz bir özgürlüğe sahipler. Karmaşık sistemler arasında geçiş yapabiliyor, bilgiyi transfer edebiliyorlar.
Kuantum uyumluluk, atomaltı parçacıkların birbirlerine görünmez iplerle bağlıymışçasına sürekli iletişim halinde olup bir arada çalışabildiklerini gösteriyor. Konuyu farklı şekilde ele alan fizikçilerden Calgary Üniversitesi profesörü Stuart A. Kauffman, insan zihninin kuantum uyumluluğa uygun davrandığını düşünenlerden. Ancak beynin bir diğer özelliği de bir fazdan diğerine atlayabiliyor ve farklı düzenlemeler yapabiliyor oluşu. Dolayısıyla Kauffman’a göre beyin salt bir kuantum makine değil; bazen o evreye giriyor olsa da bağımsız bir sistem olarak da çalışabiliyor. Kauffman buradan oldukça dikkat çekici bir sonuç çıkarıyor: Zihin (ve bilinç), beyinden bağımsız olup beynin belirli bölgelerini kullanmaya bile gerek duymadan, devre değiştirerek beyni etkileme gücüne sahip olabilir. Hatta bizim gelişigüzel diye adlandırdığımız birçok durum da aslında sistemin kural dışı davranışları olarak açıklanabilir. Dolayısıyla özgür iradeye sahip olduğumuzu söyleyebiliriz.
Yaşayan en ünlü fizikçilerden biri olarak kabul edilen Sör Roger Penrose ise bir adım daha ileriye giderek beynin tüm aktivitelerinin kuantum mekaniği gizemleriyle açıklanabilmesi gerektiğini savunuyor. Belirsizlik ilkesi, dalga-parçacık ikiliği ya da kuantum dolanıldık bu gizemlerin neler olduğunun anlaşabilmesi adına güzel birer örnek teşkil edebilir. Penrose bilinçaltının çok büyük bir rol oynadığını, hatta bu süreci yönettiğim düşünüyor. Çünkü beynin bilinçli evresini harekete geçiren şey bilinçaltında yaratılanlar olabilir. Ayrıca determinist bakış açısına da karşı çıkarak geleceğin kesinlikle bugünden hesaplana-mayacağını, zihnin bu anlamda determinist olamayacağını belirtiyor. Penrose, bilincin bir program olduğunu iddia edenlere şu soruyu yöneltmekte: “Öyleyse bu programın ufacık bir kesitini bile kullanarak yapay zeka üretebilecek olmamız gerekiyor. Ama bunu başaramıyoruz. Neden?”
Ünlü fizikçi, beynin bilmen fizik kanunlarından fazlasına sahip olduğunu düşündüğü için çoğu zaman acımasız eleştirilere maruz kalsa da henüz aksini ispatlayabilenin de çıkmadığını hatırlatmak gerek. Penrose, bilinci anlamanın yeni fiziği bambaşka bir boyuta fırlatacağını, eğer bir gün formüle edilebilirse kuantum mekaniğiyle eşdeğer bir alanla karşı karşıya kalacağımızı söylüyor. Penrose’un konu hakkındaki öngörüleri doğruysa, nöronların basit işlemciler değil karmaşık birer bilgisayar sistemi oldukları sonucuna ulaşıyoruz. Zaten o da aynı iddiayı üstüne basa basa tekrarlıyor.
Penrose bu iddialarında yalnız değil. Kuantum hesaplamalar ve bilgisayarlar denildiğinde adı sıkça anılan MIT profesörü Seth Lloyd da mevcut iddiaların hiçbirinin özgür iradeyi ortadan kaldıramayacağını söylüyor. Lloyd, evren tamamen determinist olsaydı bile bunun özgür iradenin sonu olmayacağını çünkü biz bir seçim yapana dek sonucun belirlenemez olacağını belirtiyor: “Mantıksal çıkarım yapan her bir sistem için geçerli olan koca bir gerçek var. O da şu; bir şeyin önceden belirlenebilir olması için mutlaka o şeyin kendisiyle aynı mantıksal sürece girmek ve o şekilde hesaplama yapmak gerek. Ama bunu yapamazsınız çtftıkü karar verme süreci tamamlanmadan önce sonucun hesaplanması söz konusu olamaz. Hatta kararı veren sistemin kendisi bile bunun sebep olacağı kesin sonuçları, bu sonuçlar oluşmaya başlamadan önce bilemez. Beynimiz eğer iddia edildiği kadar determinist bir makine olsaydı, mevcut teknolojimizle onu kopyalayıp yapay zekayı yaratmak adına kullanabilirdik. Ancak kopyalamak şöyle dursun, bilgisayarlar gelişip de kuantum hesaplama sistemlerini yaratmaya başladığımızda gördük ki bir bilgisayar sistemi ne kadar gelişmişse ne yapacağı da o derece öngörülemez oluyor.”