Robotik Teknoloji
Kalabalık, ciddi yüzlere çıt çıkarmadan oturuyor. Sahnedeki karakter gösterinin diğer yıldızından, küçük bir masada, karşısında oturan kadın oyuncunun yanından uzaklaşıyor. Başını öne eğiyor, sonra izleyicilere yüzünde ifadesiz ve gizemli olduğu kadar da telaşlı bir yüzle bakıyor. Yolunda gitmeyen bir şeyler var.
Tokyo’nun dış banliyölerindeki loş tiyatro ağzına kadar dolu. Flört eden genç çiftler, yaşlı tiyatro müdavimleri, hatta birkaç da ergen, oyun yazarı ve yönetmen Oriza Hirata’nın görselleştirdiği geleceği görmek için bu döküntü binada toplanmış. İçeri girdiklerinde hepsi de şen şakrak sohbet eden insanlar şimdiyse adeta transa geçmiş gibi.
Küçük bir çocuğu model alan Affetto, kendi çocuğuna bakan ebeveynlerinki gibi beyin etkinliği sağlamak için farklı yüz ifadeleri takınabiliyor.
Gerilimin merkezindeki karakter, aşırı büyük plastik kafasıyla dev bir oyuncak bebeği anımsatan, doksan santimetre boyunda bir robot. Aslında, oyundaki iki robottan biri. Diğeri az önce, üstünde çiçekli bir yemek önlüğüyle sahneyi terk etti.
“Kusura bakma” diyor robot, yusyuvarlak gözlerini kaldırıp kadın oyuncuya bakarak. “Canım hiç çalışmak istemedi.”
Robotun yüzünden düşen bin parça.
Hirata’nın Ben, İşçi adlı oyununda robotlar bir şeyler üreten ya da evi süpüren mekanik otomatlardan ibaret değil. Duyguları var; bu da gerek robotlar gerekse sahipleri için türlü güçlükler çıkarıyor. Tiyatro oyunu bu türden bir ilişkinin nasıl sürdürüleceğini ele alıyor. Ya hem efendi hem de hizmetkâr bunalımdaysa? Bu elbette kurgu ama Hirata’nın vizyonu Japonya’da gerçeğe ağır ağır dönüşen bir durumu yansıtıyor. Orada, bilim insanları ve politikacılar robotlara toplum içinde yeni roller biçiyor: meslektaş, bakıcı ve hatta dost olarak.
Bu somurtkan robotun adı Takeo ve oyunun sonuna gelindiğinde sorunlu tek karakterin o olmadığı anlaşılıyor. Evin reisi olan adam işsiz ve çıplak ayakla dolaşarak tam bir bezginlik portresi çiziyor.
Bir ara karısı Ikue ağlamaya başlıyor. Takeo bu gelişmeyi diğer robot olan Momoko’ya yetiştiriyor ve kafa kafaya verip ne yapacaklarını konuşuyorlar. Daha önce adam onu neşelendirmek için RoboCop’un müziğini çaldığında neşelenmeyi başaramayan Takeo, “Bunalımda olan bir insana neşelenmesini asla söylememelisin” diyor. Momoko da ona katılıyor. “İnsanlar amma da zor.”
Çok derinlikli bir diyalog sayılmaz belki. Fakat insanlarla robotların yan yana yaşadığı bir dünyada çok da yersiz değil. Robotlar neden durup da insanlığın zaaflarını tartışmasın ki? İnsanlar tiyatrodan çıkarken dönüp birbirleriyle konuşuyorlar, kişisel ilişkileri içinde rahatlar. Birden farkına varıyorum ki, havalı bir çöp tenekesini andıran ve kabaca bu büyüklükte olan Takeo’yla son 30 dakikadır aramda buna benzer bir bağlantı var. Flatta onunla empati bile kurdum. Japonya’ya görmek için geldiğim o tuhaf gelecek, çoktan burada.
GEMINOID F odada, ilk defa sosyeteye tanıtılacak bir genç kız gibi oturuyor. Ellerini kibarca kucağına koymuş, upuzun, siyah saçları tüylü yeşil kazağının üstüne dökülmüş. Ara sıra gözlerini kırpıştırıyor; göğsü ritmik hareketlerle inip kalkıyor. Kalabalık bir sosyete balosunda tanıdık bir yüz ararmışçasına, bakışlarıyla odayı ağır ağır tarıyor. Göz göze geldiğimizde bir tanıma hissi oluşuyor ve kısacık bir an için, Geminoid F’in beni gerçekten görebildiğini zannediyorum. Hatta belki de beni tanıdığını.
Sonra gözleri yoluna devam ediyor, büyü bozuluveriyor. Kendimi onunla bağlantı kurmuş değil de, tiksinti dolu hissediyorum. Geminoid F’in hareketlerinde çok ağır, çok katı bir şey var. Zombi gibi hareket ediyor. “Diğerleriyle karşılaştırıldığında çok daha insansı” diyor onu yaratan robotikçi Hiroshi Ishiguro, “ama mükemmel değil.”