Sanat, şirketler ve AB süreci…
AB’ye girmenin temelinde ekonomi kadar sanat duyarlılığının da rolü var. Şirketlerin güzel sanatlara ilgisi bu yolu besleyen en önemli kaynaklardan biri…
SANAT mı ekonomiden, ekonomi mi sanattan etkileniyor? Bu alışılmadık soru bilinmedik bir gerçeğin ifadesidir.
Bu ülke evrensel sanata olan ilgisini yitirmez ise AB’nin bize bin bir mazeretle açılmayan kapıları bir süre iyice zorlanacaktır. Çünkü doğu ile batı uygarlıkları arasındaki en önemli köprü her şeyden önce evrensel sanattır. Ve biz bu zeminde hem sosyo-politik açıdan, hem de sanatsal algı yönünden sıradan bir millet değiliz. Sanat duyarlılığı açısından bu coğrafyada yüzünü hem doğuya hem batıya dönmüş tek ülkeyiz.
Bakınız, hemen birkaç isim vereyim: Metin Eloğlu, Fahri Sümer, Şeref Bigah, Turgay Gönenç, Turgut Pura, Güven Zeyrek, Vedat Mavitan… 1967’de Yaşar Kültür ve Eğitim Vakfı’nın tertiplediği ilk ‘DYO Resim Yarışması’na damga vurmuş isimler…
Geçen yıl tanışma ayrıcalığına eriştiğim Türk resim sanatının seçkin isimlerini de anayım: Yalçın Gökçebağ, Prof. Dr. Zahit Büyükişleyen, Dr. Ümit Gezgin, Prof. Şeniz Aksoy, Prof. Mümtaz Sağlam, Doç. Haşan Kıran, Prof. Zafer Gençaydm, Prof. Cuma Ocaklı ve Prof. Aydın Ayan… Hepsi resim sanatı dünyasının takdirle andığı isimler. Üstelik hepsi birer sanat eleştirmeni.
DYO Resim Yarışması 40. yılma doğru ilerliyor. Her yıl ödül kazanan onlarca ressam var. Türk sanatçıların yanında Bulgaristan, Romanya, Polonya, Yunanistan, Hollanda, İtalya, İsviçre gibi ülkelerden katılım olması bu platformu uluslararası düzeye taşıyor.
Sanat deyince konu yalnız resimle mi sınırlı? Eski kültürlerin değerlerine de saygı var: Rahmetli Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal başkanlığındaki ekip 1977’den itibaren ilginç kazılar yapmış, onlarca eseri gün yüzüne çıkarmıştı. Sponsor yine ‘Yaşar Kültür ve Eğitim Vakfıydı.
Sanat deyince evrensel sanatın başka yansımaları da görülüyor: Örneğin Yaşar Üniversitesi’ndeki evrensel algı. İzmir’de vakıf üniversitelerinin çok sesli müziğe desteğinin ilk örneğini oluşturan ‘Yaşar Üniversitesi Oda Orkestrası’ evrensel müziği, konser, festival ve resitaller aracılığıyla duyarlı insanlara yaymaya çalışıyor.
SANAT SANAT İÇİN MİDİR?
Ünlü yazar Arthur Miller’a göre, 1929 krizinin temel nedenleri arasında yalnız ekonomik süreçler değil, toplumların sanat yönündeki değişiminin de payı vardı. Aynı iddianın dünya ekonomisindeki gelgitlerinin bugün de geçerli olduğunu söylemek mümkün.
Biliyorsunuz, dünyada yaşanan ekonomik krizlerin ilk işaretleri geçen yüzyılın ilk yarısında başladı. 1. ve 2. Dünya Savaşlarından önce düzen dışı sanat akımları büyük krizlerin habercisi oldu.
Bana göre tüm evrensel krizler (büyük savaşlar, ekonomik çöküntü ve politik çözülmeler) genellikle sanattaki düzen dışılıklarla paralel konumda gelişiyor. Ve en azından ekonomik krizlerin ilk sinyalleri bu değişimlerle at başı birlikte gidiyor.
Kimi zaman söylerim; ünlü devresellik kuramcısı Rus Bilim Adamı Nikolai Kondratiev’in ‘Periyodik Dalga Teorisi’ de bunu açıkça ortaya koyuyor. Sanat yükselirse ekonomi de yükseliyor.
Bu ilginç süreç elbette tek başına ekonomik gelgitlere bağlanamaz. Büyük krizler, toplumsal çöküşle birlikte insanların sanat duyarlılığını yitirmesinden kaynaklanıyor. İnanmayanlar incelesin; dünyanın yakın tarihindeki sayfalara şöyle bir göz atılması yeterli.
Peki, ekonomiyi dirilten sanat akımlan hep estetik incelikte mi olmalı? Sıra dışılıklar yok mu örnekler arasında? Aykırı sanat akımları estetiğin isyan penceresinden baktıkları için daima ekonomik çöküş dönemlerine işaret ediyor. Ardı ardına gelen iki dünya savaşından önce benzer süreçlerin yaşanması buna örnek. Çöken insanlık, yaygın öğrenci hareketleri, kasıp kavuran ekonomik krizler…
EKONOMİ SANATTAN ETKİLENİYOR
İşte bu yüzden kriz fotoğraflarına biraz da sanatın yön değiştirmesi penceresinden bakmak gerekiyor. Sıra dışı akımlar isyan niyetiyle büyük krizlerin habercisi gibi görünüyor. Örneğin, 2. Dünya Savaşı öncesinde ortaya çıkan ‘sürrealizm’ gibi…
Bu tür akımlar birer protesto anlamını taşıyor ve insanlığı uyarıyor: Silkinin ve kendinize gelin!
Böylece sanatsal mesajlar ekonomideki çözülmeleri estetik eğriltmeyle insanlığın yüzüne çarpıyor. Mesela ‘sürrealizm’ yani gerçeküstücülük 1920’lerin başında doğdu ve 1929 kriziyle birlikte 2. Dünya Savaşı’na kadar geçen zamana damgasını vurdu. Asıl başlangıcı ise Büyük Dünya Savaşı öncesi klasik sanattan alman bir intikam gibiydi. Ekonomik krizden az önce ‘Dadaist’ sanatçı Marcel Duchamp’ın ‘Bıyıklı Mona Lisa’ tablosuyla başladı her şey. Savaşın tüm güzellikleri yok ettiğini, estetik öykünmenin boş bir uğraş olduğunu anlatıyordu bu akım.
Sonra gerçeküstücülüğün anlatım üslubu değişti ‘freudian’ yaklaşımlarla bilinçaltının bastırılmış tepkileri yansıdı tuvallere. Bir bakıma körü körüne politize olmuş toplulukları eleştiriyordu sürrealist ressamlar. Sanatın öteki yüzünde ise gerçeküstünün hayal kırılmaları vardı. Protest ruhların sanat diliyle ekonomiyi ve ekonomi yüzünden çökmeye başlayan insanlığı eleştirmesiydi bu.
Ekonominin düşüş dönemleri sanat yapıtları için de krizlerin habercisi oldu hep. Bu yüzden 1929 Krizi’ni izleyen 30’lu yılların gerçeküstücülüğü, yeni akımlara politikacıların bulaştırdığı absürt öğeleri içerdi.
Üstelik Salvador Dali gibi çok da çılgın değildi bunlar. Eserlerin çoğu Belçikalı ressam Rene Magritte’in 1930’larda yaptığı tablolar gibiydi: Pisa Kulesi’nin yıkılmasını dev kuştüyüyle önleyen; öpüşen süjelerin suratlarını siyah bezlerle sarıp sarmalayan sıra dışılıklar.
Dahası da vardı: Fransız Yves Tanguy’nin eserleri bozulan ekonomiyi ve savaş öncesi toplumsal gerçeküstücülüğün panik halini anlatıp durdu hep. Yanıp yıkılan yoz kentler, çölleşen cennetler ve her şeyin bittiği korkunç son.
EKONOMİ VE SÜRREALİZM
Edebiyatta da benzerleri yaşandı.
Fransız şair Andre Breton sürrealizmi yalnız bireyin değil, toplumun bilinçaltının çatışması diye açıkladı.
Gerçekten de sürrealizm, savaşlarla, ekonomik krizlerle altüst olacak dünyayı değişik bir gözle kritik ediyordu. Krizlerin yarattığı ruhsal travmalar neredeyse bir akıl tutulmasıydı bu anlatımlarda.
Sürrealist eserlerin hemen tümünde hayal ötesinin yakınmaları da görüldü. Nitekim Andre Breton “Hemen yollara düşün, tüm değerlerinizi yok edin!” derken çökmekte olan ekonomiyi, yakında karışacak dünyayı betimliyordu şiirlerinde.
Bu anlatım biçimi ileri düzeyde bir akıl sapması gibi görünse de tükenmişliğin ötesinde büyük bir ruhsal çöküntünün işaretiydi. Yalnız Breton’un şiirlerinde değil Paul Eluard, Louis Aragon gibi ünlü şairlerin eserlerinde de hep ekonomik düşüşlerin repliklerini gördü insanlık.
Muhalif gerçeküstücülük yalnız görsel sanatlar ve edebiyatla sınırlı kalmadı, müziğe de sıçradı: Amold Schönberg ve Anton Webern gibi besteciler tonal yapıyı değiştirerek büyük savaşın tam eşiğinde gerçeküstücülüğün protesto iklimine geçip bir anlamda ekonominin çöküşünü anlattılar.
Karışan dünyada gerçeklerden kaçma, ekonomik gailelerden arınabilme güdüsü böyle öne çıktı.
Sanatçılar sürrealizm sayesinde tezatları ortaya koydular, insanın toplumla; toplumun insanla yüzleşmesini sağladılar.
İşte bu yüzden bizim ülkemizde ‘Eczacıbaşı’, ‘Borusan’, ‘Sabancı’, ‘Koç’, ‘Ülker’ ve ‘Yaşar’ gibi toplulukların sanata değer verişini biraz da ekonomiyle harmanlayarak kritik etmeliyiz. Aykırı ya da geleneksel akımlar… Sanat yalnız sanat için değil, ekonomi için de gereklidir. Sanat evrensel bakış açısını anlatır insanlığa. İyi ki ülkemizde böyle topluluklar var da sanat ekonomiyle özdeşleşiyor, bizi AB kültürünün
yukarıda anlatmaya çalıştığım ‘ABC’sine biraz daha yaklaştırıyor.
Nur Demirok / Para