Tasarrufu önleyen hamburger kültürü mü?
Yalnız gıdada değil her alanda isim hakkı veren işletme sayısı artıyor. Bu sürecin ulusal tasarrufa katkısı büyük…
İŞLEYECEĞİM konuya ekonomi üzerinden önce uzunca bir gönderme yapayım. Yüzde 3’lük büyüme sakın kafaları karıştırmasın.
Bilinen gerçektir: Yatıranlar ile iç tasarruf oranları arasındaki anlamlı ilişki ekonominin yönünü belirler. GSYH içindeki payları açısından iç tasarruf oranları yıllar itibariyle yükseliş eğilimindeyse çoğu sorun çözülmüş demektir!
Malum, bir ülkede yatırım yapmanın anahtarı biraz da iç tasarrufların yoğunluğuyla ilgilidir. Tasarruf arttıkça konjonktür gereği içine hapsolunan kapılar açılır, her koşulda düzlüğe çıkılır.
Bu açıdan bakıldığında dışarıdan kısa vadeli sermaye girişi ve size ait olmayan aktiflerle borçlanmaya gitmek sebep değil sonuç haline gelir.
bizde ne olabilir? Verilecek yanıt yine klasik söylemin dışına pek çıkmamaktadır: Kazanılandan çok harcama eğilimi!
Ama nasıl bir harcama? Buna ekonominin bildik söyleminden ayrılıp bir zamanlar popülerleşen ifadesiyle ‘Dölce Vita Sendromu’ demek pekala mümkündür. İçeride tasarruf bilincinin ulusal nitelikte bir davranış modeli haline getirilemeyişidir. Lükse ve görkemli olana yönelmektir başlıca sorun.
İÇ TASARRUF YATIRIM DEMEKTİR
Hemen birkaç rakam Vereyim: Çin’de iç tasarrufun GSYH içindeki payı bugün yüzde 50’lerin üzerindedir. Çoğu zaman aynı hızda giderken 80’lerde aniden arayı açan Güney Kore için bu oran yıllardır yüzde 30’larm üzerinde seyretmektedir.
Bizde ise iç tasarruf oram giderek düşmektedir, yüzde 15’lerin altı test edilmektedir bugün. Onlarca veri kalabalığına rağmen tasarruf oranının seyrine bakmayı tercih etmek gerekir. Dün neredeydik, bugün neredeyiz?
Kısa vadeli sermaye girişini uzun vadeliye dönüştürdüğümüzde sorun bir ölçüde çözülecektir. Üstelik dış yatırımlara olanak sağlayacak sürdürülebilir iklim de gelişmiş olacaktır.
TATLI YAŞAM SENDROMUNA DOĞRU
Peki, tasarruftaki sorunun gerçek nedeni Evet, Amerika; İngiltere gibi ülkelerde de iç tasarruf oranları düşüktür ama profillerinde ekonomiyi dengeleyecek başka unsurlar vardır.
‘Tatlı Yaşam’m analizi bence ekonomi yönetiminin değil, biraz da sosyal psikolojinin inceleme alanına girer. Çünkü sosyal dürtülerle şekillenir toplumda tasarruf yapma eğilimi. Dolaysıyla süreç psikolojik anlamda sadece hükümetlerin ekonomik yönlendirmesiyle olacak bir iş değildir. Toplumsal anlamda prensipleri belirlenmiş yoğun bir bilinçlendirme faaliyetini gerektirir.
Ufak bir örnek vereyim: Yüzde 25 devlet katkısına rağmen bireysel emekliliğin nasıl bir şey olduğunu işgücüne katılan toplumun yüzde kaçı bilmektedir bugün? Bankalar -yurt genelinde- bir araştırma yaptırdığında sonuç ortaya çıkacaktır.
POSTMODERNİZM ÖYKÜNMESİ
Toplumu lükse ve aşırı harcamaya yönelten başka şeylerin olduğu kesindir. Dünya ölçeğinde uzmanlar söylemektedir bunu: ‘Kredi kartlarının dayanılmaz hafifliği’, ‘post modern toplumlara öykünme lüksü’, ‘sosyal ilişkilerin giderek körelmesi, ‘geleneksel aile birliğinin bozulması’ ve ‘hızlı yaşamın hızlı tüketim alışkanlığı.’
Son satırlardaki sosyolojik tespite ben pek katılamıyorum. İnsanları aşırı harcamaya yönlendiren tetikleme kimilerine göre güya ‘fast-food alışkanlığı’nm ortaya çıkmasıyla oluşmuştur. Türkiye’de kalem oynatan kimi sosyologlar bunu söylemektedir.
Bunca uzun bir akademik girizgâhtan sonra nihayet asıl konuya geliyorum: Amerikalı yazar George Ritzer’in ekonomi literatürüne hediye ettiği ilginç bir başlık vardır: McDonaldization!
Yazarın 90’lı yıllarda büyük yankı uyandıran kitabı ‘The McDonaldization of Society’ belki de ilham aldığı Jean Baudrillard (Jan Bodriyar) etiketli postmodern toplumsal teoriye yanıt olarak da değerlendirilebilir.
SUÇLU HAMBURGER KÜLTÜRÜ MÜ?
‘Toplumlarm McDonaldlaştırılması’yla kastedilen şey salt fast-food alışkanlığının aceleci tüketim dürtüsüyle harcama eğilimini arttırması değildir. Yazara göre tam aksine ölçülü tüketimi özendiren süreçlerin markalaşmasıyla aşırı tüketim önlenmektedir.
Yalnız gıdada değil her alanda isim hakkı satan işletmeler artık tüm dünyaya yayılmaktadır.
Bu mekânlar insanların fizyolojik ve psikolojik tatmine ulaştığı pratik yerler haline gelirken para hesaplı harcanmaktadır.
Aşırı tüketim dürtüsünün şekillendiği görkemli alışveriş mabetleri bir tarafa, müzeler, hastaneler bile hızlı ticareti öne alarak ayakta duracak hale gelmektedir bugün.
Yazar kendi gözlemlediği zaman diliminde Amerika’da her sekiz dakikada bir “hızlı etiketi’ taşıyan mağaza açıldığını söylemekte ve eklemektedir: “Gelişen sürecin milliyeti yoktur ve tüm dünyaya hızlı tüketim yayılmaktadır.”
Yazara göre ‘McDonaldlaştırma’ eşitlikçi toplumlar yaratmakta, en azından beslenmede yapay sınırları ortadan kaldırmaktadır.
FRANCHİSİNG TASARRUF DEMEKTİR
Ve vurgulamak istediğim konuya geldik sonunda: Hızlı, kolay üretilen ürünler insanı ruhsal anlamda daha çabuk tatmin eder, daha fazla harcama yapmasına ket vurur. Gösteriş için para harcanmaz, sınırsız ihtiyaçlara sınır koyar, tüketicinin hesap yapabilme yetisini arttırır. Ne harcanacağını önceden kestirebilmek ise tasarruf yapmanın ilk adımıdır.
Toplum algısına göre iki taraflı işleyen bu realite Türkiye’nin bugün marka kiralama (franchising) yoluyla dünyada nerelere gelebileceğini göstermektedir.
Özellikle gıda alanına yapılan pratik yatırımların harcama dürtüsünü kontrol altına alması ilginçtir. Tüm eleştirilere rağmen her köşe başında açılan hızlı tüketim noktaları ister AVM’de olsun ister sokakta iç tasarrufa mütevazı da olsa kendi ölçüsünde bir katkıda bulunacaktır.
Şimdi oturup bir düşünelim: Yalnız fast-food sektöründe değil, perakendeye konu olan her alanda acaba hangi inovasyonları gerçekleştirebiliriz? Hem içeride, hem de dışarıda…
• Çok katlı mağazaların (department stores] girişinde yer alan ilk stantları kozmetik ürünleri işgal eder. Bu mağazalar daha çok giyim ve tekstilde uzmanlaşmıştır. Yapılan araştırmalar kozmetik stantlarında vakit geçirerek ya da alışveriş yaparak mağazanın diğer bölümlerine geçen müşterilerin yoğun harcama yaptığını ortaya koymuştur. Kozmetik ürünleri güzellik algısını güçlendirmekte, insanların kendilerini daha seçkin hissetmelerine yol açmaktadır. Seçkinlik hissi ise harcamayı kolaylaştıran bir süreçtir.
• Yeni nesil alışveriş merkezlerinde çıkışa giden yollar birbirini kesmez. Adeta bir labirent gibidir. İçeri girildiğinde bu karmaşık yollar dışarı çıkmak için en gereksiz köşeleri dolaşmayı sağlar. Buralarda geçirilen vakit tüketim arzusunu kamçılar. Amaç daha fazla satış, ihtiyaçtan fazlasını ‘ihtiyaç’ haline getirmektir.
• Modern AVM’lerde de benzer kurallar geçerlidir. Ne kadar çok lüks restoran ve lüks mağaza varsa alışveriş o kadar kolaylaşır! Uzmanlar lükse yönelme duygusunun alışverişle ilintisini ölçmüş, bu mekânlarda uzun vakitler geçirip sınıf atladığını düşünen insanların mutluluk hormonu düzeylerinin yükseldiği saptamıştır.
• Büyük havalimanlarında da yine benzer prensipler geçerlidir. Yeni kavram hediyelik eşya mağazalarının yanına lüks moda stantları açmak ve çok sayıda lüks sayılabilecek restoran yerleştirmektir. Fizyolojik ihtiyaçların karşılanması alışveriş arzularını her ortamda körüklemektedir.
Nur Demirok / Para Dergisi